Ana SayfaManşetDinozora inanmak

Dinozora inanmak

Çevresindekilerin kullandığı kelimeler başka dildendi. Anlattıkları hikâyeler başkalarının hatıralarıydı. Anlayamıyor, anlatamıyordu. Bakışındaki o hüzün, yüzündeki o mahcubiyet “çözüldü” sonra. Kendiliğinden kayboldu. Yüzü boş kaldı.

Birden bire başladı.

Bazı kelimeleri hatırlayamıyordu konuşurken… Eşanlamlısını da bulamıyor, o kelimeyi anlatmak için Tabu oyununda sapa yollara yönelenler gibi kayboluyordu.

Ölen kardeşinin adını hatırlayamadı ertesi gün. Sonra onun öldüğünü unuttu, “Niye hiç gelmiyor?”… Bir kaç hafta geçtiğinde üç kardeşi de silinmişti zihninden.

Pijamasını giyemedi. Arkası-önü, yakası-eteği neresi, niye, nasıl, ne zaman giymeli… Darmadağındı hayatını oluşturan puzzle. Yemek yerken bile ne çok şey vardı hatırlanacak;  çatal, kaşık, bıçak, çeşit çeşit yemekler, tabaklar, bardaklar, tuzluklar, biberlikler, peçeteler, “Hani o sivri şey vardı ya, dişindeki şeyi çıkartmak için”… Ne çok şey vardı unutulacak.

Bir şey istemek için gerekli kelimeleri bulamamaktan, “istemeyi unutmak”a yuvarlanacağı dipsiz bir uçurumdaydı.

Epey yaşlanmıştı, beyninin/belleğinin ona oynadığı oyunlardan yorgun düşmüştü. Başlangıçta hatırlayınca seviniyordu ama unuttuklarını etrafındakiler hatırlatınca o sevinci yine gölgeleniyordu. Hüzün basıyordu gözlerini, yüzünü… Çok basit bir şeyi iyice hatırlatılınca hatırlamak, güçlü, herkese itimat veren şahsiyetini hırpalıyordu sanıyorum.

Hastalık kısa sürede, hatırlatılınca da hatırlayamayan safhalara sürükledi onu. Çevresindekilerin kullandığı kelimeler başka dildendi. Gülümseyerek anlattıkları hikâyeler başkalarının hatıralarıydı. Karşısındaki bazı yüzleri tanıyordu ara sıra, kederli tebessümünden anlıyorlardı. Anlayamıyor, anlatamıyordu. Bakışındaki o hüzün, yüzündeki o mahcubiyet “çözüldü” sonra. Hastalığın hızlı seyriyle… Kendiliğinden kayboldu. Yüzü boş kaldı.

Dinozorları nasıl evcilleştirdiler?

Alzheimer başladığında, belleğinin ellerinden bile hızlı buruştuğunu, kelime dağarcığının her an talana uğradığını hissediyordu. Hafızasının, algısının hücuma uğradığını fark edebildiği o kısa, ara dönemde, onun derin üzüntüsüne, kederli profiline, öylece bekleyen duruşuna tanık olmak zordu karısı, evladı, gelini, torunu için de…

O günlerde Jurassic Park filmine denk geldiler televizyonda. Onun da televizyona dikkatle baktığını, bilhassa dinozorlara çok ilgi gösterdiğini görünce, ailecek, heyecanla izlemeye başladılar filmi.

Kıpırtılı, hayretle dolu ilgisinin nedenini kısa süre sonra anladılar; “Hayret, nasıl evcilleştirmişler bu hayvanları…”

Oradan oraya zıplayan, adımları/naralarıyla yeri-göğü inleten, kaşlarını çatan, hınzır hınzır tebessüm eden o koca dinozorlar tabii ki sahiciydi. Yaşıyorlardı bir yerlerde. Hepsi sahiciydi de, tek sorun nasıl evcilleştirilip böyle rol yapabildikleriydi.

İdrak sadece tıbbi sorun değil

Bu hazin hikâye, muhâkeme yokluğuyla ya da hamlığıyla mâlul zihinleri de getiriyor aklıma. Zira muhâkeme, idrak depremleriyle savrulmak için Alzheimerla boğuşmak, insana, varlığına, yakınlarına büyük acılar, derin kederler yaşatan o hastalığa yakalanmak şart değil. Ayrıca bellek, dikkat, idrak, muhâkeme, öğrenme, değerlendirme, karar verme, dil kullanma gibi zihinsel yetileri, süreçleri külliyen anlatan bilişsel (kognitif) bozukluklar, sadece tıbbın ilgi alanında da değil. Siyaset bilimciler böyle sorunlarla nörologlardan az uğraşmıyor. 

Tıbbi tanı almadan bir şeye en baştan, sorgulamadan, “Dinozorlar hâlâ var” önkabulüyle inandığında… Gücünü yerine, zamanına göre resmi tarihten, dinden de alabilen o illüzyonu, varlığını, köklerini, toplumsal itibarını korumanın garantisi olarak gördüğünde… Ardından zaten aklen, kalben, ruhen inandığı o şeye dair, yine (ve bittabi) “gayet inandırıcı” gelen bir fotoğraf, bir görüntü izlediğinde… İşlem tamam. O perspektife, o tabloya uymayan “ufak-tefek” şeyler olsa bile, o akla uydurursun.

Dünyanın düz olduğuna dümdüz inanıyorsan, aklına tek takılan soru onun uzaydan küresel görünmesini sağlayan hain komploların kaynağında kimlerin olduğudur. Sonra da içerlerdeki Kılıf Hizmetleri Dairesi işlemeye başlar. “Ondandır/şundandır, öyledir/böyledir”ler kısa ama daimi metinler halinde yağar bahane fakslarına… Ve “inancından/düşüncenden”den bir adım sapmadan, o adımın seni nereye götüreceğini hiç hesaplamadan, önemsemeden devam edersin yoluna.

Tavuk yemi olan gençler

27 Mayıs darbesine giden/götürülen yolda, Adnan Menderes’in cesetleri bulunmasın diye üniversiteli gençleri kıyma makinesinden geçirtip tavuk yemi yaptırması gayet normal gelir de… “Acaba tavuklar yemiş midir?” sorusu kalır akılda. (Buyrun; benim de aklıma “Ufak at da civcivler de yesin meselesi, oradan mı türedi acaba!” sorusu geliyor)

Sorulması, sorgulanması gereken esas, başat sorunun değil, o soruyu gereksiz kılan ve her soruyu, her zaman o ana önkabulle yanıtlayan “o yolun yolcusu” merakların, “yeni kanıtlar”ın peşine düşersin.  Seninle birlikte dinozorları düşünenler de demir asa, demir çarık benzer yoldadır ya… O referansla rahatlarsın.

Tersi zordur da… Cezalandırılmayı, dışlanmayı, ağız dolusu kınanmayı göze alarak doğru soruyu sormakla, en azından farklı soruları-cevapları da savunmakla, çevrende, ülkende kabul gören paylaşımlara uyarak işin içinden sıyrılmanın o altlı üstlü “ben”lerle mücadelesi, derinlerde, o koyu, sisli içişlerinde cereyan eder. Ki insanın kendisi, benliği üzerinde “operasyonel” düşünmesi riskli, yaman iştir.  

Bu mücadelede, eşe, dosta, çevremize, referans grubumuza, ülkemize rağmen farklı görüşlerden ya da adaletten yana ortaya atılan sorular, muhâkemeye dayalı o tutum, çoğu kez yalnız, tek başına, törensiz kutlanabilecek bir mertebedir üstelik. Aynaya bakıp, usulca şerefe…

Ötesi, “kamusal” öğrenme sürecimiz, kulağa küpe nasihatlerimiz, paslı tecrübelerimiz, ikinci halden, yani gerçek yahut adil gelmese de egemen eğilimlere uymaktan yanadır. Sürüden ayrılanı kurt da kapar, dinozor da…

Asıl soruları sormayıp, evde, işte, okulda, ülkede iktidardaki ana varsayımı besleyen, pohpohlayan soru-cevapların flamasında buluşmak, mesleği, işi, ana görevi “soru sormak” olan insanlarda bile epidemik sıçramalar gösteriyor. Çoğu işlevi asıl soruyu bulanıklaştırmak olan soruların peşinde yavru velociraptorlar (“hızlı katil” olarak anılan, sıçrayabilen dinozor cinsi, velediraptor da denilebilir) gibi bir sıçrıyor, iki sıçrıyor, üç sıçrıyor… 

Jurassic Park filmini babamla “belgesel” tadında seyretmiştik; ortalığı birbirine katan o dinozorlar, çağlar öncesinden günümüze kalan o kalın kabuklu yumurtalardan çıkmıştı.

Yazımı, başkentte bir kaçı kaldırılan 380 adet dinozor heykeline ithaf ediyorum. 

BİR FİLM/BİR REPLİK

“T-rex beslenmeyle yetinmez ki… T-rex avlanmayı sever…

Jurassic Park, Yön: Steven Spielberg, 1993.

- Advertisment -