Ana SayfaManşetSosyal barışta gazozun yeri

Sosyal barışta gazozun yeri

O kadar oyun karakteri bolluğunda, “Mehmetçikçilik” oynanmazdı nedense. Saygımızdan, hâlihazırda zaten Mehmetçik olduğumuzdan mıydı yoksa kimsenin o oyunda “düşman” rolünü kabullenmemesinden miydi bilemiyorum. Belki onu kürsüde büyükler oynadığı içindir.

Geçen haftaki yazımdan (1) devamla… Evet, gazoz bütün kötülüklerin anası, kola da anne yarısı olabilir. O sebepten sevgimiz, bağlılığımız, zaafımız öyle yakından, öyle derindendir bir zamanlar. Böyle sevgiyi terlikle dayak yemeyen anlayamaz.

Hayatımıza gark olan, ta içimizde gark eden gazozun, çocukken, ilk gençlikte içilip de “Vay…” dedirten her şey gibi bir iksir olduğunu hatırlatmalıyım. Kapağını açtığında içinden özgün haşmetiyle puf diye “Gaz Cini” çıkar ki, yanında “Ne dilersen dile”… Onunla her şey iyi gider zira. Günahı boynuma, Cincibir gazozunun ilhamı da belki öyle cinliklerden gelmiştir.

Geldiği gibi kuşatır hayatı.  O devrimin ardından artık bakkalların, kıraathanelerin önü, sinemaların, statların fuayesi gazoz kasalarından müteşekkildir. Her köşedeki kasa yığınlarında pahalı meyve suyu ve ucuz gazoz oranı o semtin sosyo-ekonomisi açısından en kesin veriyi ortaya koyar. Kişi başına düşen gazoz sayısı farklılık gösterse de, gelir dağılımı kadar şerefsiz değildir. Herkes içindir… Ülkeyi, tüm fertleri Edirne’den (Bahar Gazozu) Kars’a (Kirman Gazozu) “kaderde, kıvançta ve tasada ortak bölünmez bir bütün, imtiyazsız ve sınıfsız, kaynaşmış bir kitle halinde” toparlamaya aday yegâne devrimdir.

Lâkin “O kadar(cık) kusur kadı kızında da olur” babından, meşrubat mevzusunda da -katlanılabilir- sosyal tabakalaşmayı kısmen yaşamıştır bizim kuşak. Mesela bizim mahalledeki flu sınıf üçlemesini, dönemin “sosyal sınıflar” üzerine engin literatürüne dayanarak -aşağıdan yukarıya- şu piramitle özetleyebilirim:

Mahallede sosyal tabakalaşma

1. Denkleştirip markasız sade gazoz içenler. 2. Meyveli gazozun içine leblebi de atabilenler. 3. Gazozun iki-üç katı fiyatıyla -üstelik iki fırtta biten- Meysu’yu filan kafasına dikenler. (Amerikan Pazarı’ndaki karaborsa meşrubat piyasasıyla, İstanbul’da Ankara’ya nazaran sınıf farklılıklarının daha keskin olduğu rivayet edilir, ama gazoz orada da “tampon kurum” olarak etkilidir.)  

Sınıfsal yapıdaki meyve suyu sosyolojisini Marx ve arkadaşları mahalleye gelmeden önce saptayan kadim arkadaşım Sedat az söylenmemiştir:  “Yahu peşpeşe iki şişe Meysu içiyor adam…” Ancak az büyüyünce, “kaderde, kıvançta, tasada ortak mahalle,” elden ele yudumunu sirke fiyatını pek aşmayan Çubuk Şarabı’nda buluşturup, bir güzel uzlaşmıştır.

Sosyal sınıfların halkın ekranı Açıkhava Sinemaları’nda da uç vermeye başlaması o tarihlere rastlar. Sinemaya elini kolunu sallayarak gelip, gazozunu, frigobuzunu, sandviçini tereddütsüz ısmarlayan, kaidesini tahta sandalyeye koymadan önce minder kiralayan “sosyal tabaka” ile aynı sinemaya roketatar ebadında termosla, şişeyle limonata, ekmek arası peynir-salça, cepte leblebi, koltuk altında allı-dallı minderleriyle gelenler… Aralarındaki fark bölücü unsurlara atıştırmalık olsa da, biraz altını-biraz üstünü aynı çadırda buluşturan “orta direk,” marazaya izin vermez pek.

Herkes meşrubatını yudumlarken aynı “acıklı” filmde aynı gözyaşını döker, ayçekirdekleri ekstra tuzunu oradan alır. Tam gözünü yenine silerken, Yeşilçam üzerinden gelen yer yer “güldürüklü” hava akımı, bulutları dağıtır anında (salya sümük kahkahanın keşfi). “İyi”yi herkes birlikte alkışlar; “Kötü”yü, “Düşman”ı birlikte yuhalar; yaşadığı filmin işleyişi aksadığında “Makinist uyuma!” nidalarıyla hep birlikte uyarır yönetimi.

Süre uzarsa bıçkın gençlerin sunturlu etiketi, makinisti futbol hakemleriyle aynı kasta yerleştirir de… Film başlamadan ya da aralarda bağır bağır çalınan şarkılar, “ortak marş” hissiyatıyla kıvançta-tasada birliği “ak”perdeye yansıtır, yumuşatır havayı. Toplumun o hakemlerle maçtan, o makinistlerle filmden sonra gül gibi geçinebilmesi, “Yahu o da nihayetinde insan” empatibilitesinin yüksekliğini ortaya koyar. Arada nizâ da çıkar ama o tek, o basit kurala, “Yan bakmayacaksın”a uyulduğunda barış hüküm sürer.

Tabela diktatörlüğü ve iç göçler

Eşitlik bir yana, hürriyet vardır en azından. Tabela diktatörlüğü; öyle “Kabuklu yemiş yemek yasaktır”, yok efendim “Sigara içilmez”, “Dışarıdan yiyecek-içecek getirmek yasaktır”, “Yedi yaşından küçük çocuklar giremez” filan yoktur orada. İktidar şayet seçimlerde yargı reformundan medet umuyorsa, böyle yasakları elden geçirmelidir. Zaten niyeti de zannımca (iddialara göre) bu ölçekte muteberdir.

O devirdeki tabelasız serbestiyet, çekim merkezine dönüşen Açıkhava Sinemaları’na giden sokaklarda, ellerinde nevaleleri-termosları-minderleri, bebe arabaları-battaniyeleri, gece serinliğine tedbiren işporta tezgâhı çeşitliliğinde hırkaları, şallarıyla ikinci göçer topluluklarını, “iç göçler”i ortaya çıkarır. Bacak kadarken bile huy itibarıyla sosyolog ve gazeteci olduğumdan, bizzat tanığım. (Doğduğumda gelecekteki mesleğimi saptamak için önüme makas (terzi), düdük (polis-bekçi), bıçak (kasap-doktor), tabanca, pompalı vs. koymuşlar da, emekleyip “Üç kafalı çocuk” manşetli gazeteye işemişim.) 

Kentleşme literatürüne “piknik” görümünde yerleşen ilk iç göçlere ise “mesireleşme” demek daha uygun olur. Piknik öyle bir “taşınma”dır ki, ilk varoşlar her haftasonu dere kıyılarında, çamlıklarda oluşur, dönüş gecesinde her hane yeniden kurulur. Bu periyodik antrenmanla o kuşak Kızılderililer gibi ev taşımaya karşı şerbetlidir. Taşınılacak yer yürüme mesafesindeyse (takribi beş kilometre), piknikçi kafile evini aynı işbölümüyle ağır vasıta gerektirmeden birkaç seferde (ayak ayak) taşır. Mobilyada ilk Açıkhava Fuarları da öyle ortaya çıkar.

Adalet, kalkınma bu kapağın altında

Pek zaman ayırmam ama oturup düşününce… Yakın tarihte toplumsal değişmenin belirleyici etkeni, son tahlilde gazozdur.  Her şey bir bakıma gazoz sayesindedir. Çünkü her şeyden önce gazoz ve selefi “cola”, limonu, karbonatı, şekeri özenle çalkalasan da, “dünya devrimi” misali evde yapılamayanı simgeler. Öyle bir devrim yapacaksın ki dünyaya mal olsun, herkes onu içsin-“yesin”, kent planlamasında her sokak arasına aile hekiminden önce o girsin.

Yumurta mı tavuktan, yok “alt yapı mı, üst yapı mı”dan ziyade, gazozun toplumsal değişmede belirleyici, temel etkenler arasında yeterince irdelenmemesi Türk solunun en büyük zafiyetidir. (ODTÜ’de 68’lerin “Cola boykotu” bu mevzuda bir an umut verse de, literatürde güdük kalmış, teorisyenler bu meseleyi çözememiştir.)

Mesela… O dönemde parti kurup amblemine kırmızı-beyaz gazoz kapağı koysan? Altına sıralasan; “Eşitlik, Hürriyet, Adalet, Kalkınma Bu Kapağın Altındadır…” İnandırıcılığı, halkçılığı, cümle meşrubatı primitif kılan devrimciliği, kendinde gazı, taklitlerine nal toplatır. Billboard, raket, afiş, yandaş medya filan da gerekmez. Yurdun her yanı, her köşesi, her kuytusu gazozdur nasılsa. Vatandaşa çay yerine gazozları -ama çay paketçiği gibi fırlatmadan-  kapıştırıp, bir de kapağından rozet yaptın mı… Tamam.

Hem gazoz kapağı iğne, edevatla da uğraştırmaz. Çocukluğumuzda yaptığımız gibi gazoz kapağının mantarını çıkarır, kazağın, tişörtün içine/altına yerleştirirsin. Ardından parmakla içeriden sabitlenen mantarın üstüne gazoz kapağını bastırarak sıkıca oturttuğunda al sana rozet. Hevesli vatandaş oy verirken damgayı nereye basacağını da şaşırmaz: “Kapağa yani seçimden sonra sana kapak olacak, ona benzeyen yuvarlağa basacaksın…”

“Komen”de gazoz kapağının yeri

Yeri gelmişken… Beş-altı ay önce “Düşünce/Eylem: Karamürsel Gazozu” sloganıyla ulusal bir kampanya (2) başlatıldığını atlamayayım. Fikrimce gayet güzel ama bence onun altından çok gazozlar geçti, devir değişti, o muazzam fırsat kaçırıldı. (Bu aralar, ambleminde Apple logosu formunda ısırıklı kırmızı-beyaz Amasya Elması bulunan yepyeni bir parti üzerinde çalışıyorum.)

Mevzuyu biraz daha açayım. Ki bizim kuşak için gazozun, kapağının önemini, mesela “oyun ve oyuncak dünyası”ndaki yerini bugünün “Ey(o) gençliği” de anlayabilsin. “Nasıl anlatsam, nerden başlasam, mmmm…” Öncelikle o dönem “Komen” adı verilen kovboyculuk oyunlarında apolet, rütbe, madalya filan olur gazoz kola kapakları. “Komen” sözcüğü, bir aklı evvel-lisanı geç oyun mucidinin izlediği Amerikan kovboy filmlerindeki “come on” atarlanmasından türemiştir herhal. (Almanca’daki “kommen” daha akraba gözükse de, o dönemde “her hanede popüler” Alman filmlerinde durma yinelenen “ich komm,” başka oyunların nakaratıdır.)  

Kullanma kılavuzunu yukarıda özetlediğim gazoz kapağı “Komen”de bazen Kızılderilileri katleden General Custer’ın madalyası, apoleti olur. Ancak çoğumuz çadırını evde bile masa örtüsüyle yemek masasının altında kuran Kızılderilidir o zamanlar. Gazoz kapağının Kızılderili mühimmatı olarak vazgeçilmez değeri de o vesileyle ortaya çıkar.

Herkes bilmez… Kızılderili olmak için kavak dalından yayı, onu iyice geren mumlanmış/yağlanmış sicimi -ustasıysan- kolaydır da… Gazoz kapağı, sıra okuna geldiğinde devreye girer. Ok düzgün bir daldan, ama en iyisi kıçına ince tel dolanarak dengelenen uçurtma çıtasından yapılır. Mantarı çıkarılarak okun ucuna taşla, penseyle sarılan ezilip bükülerek biçimlendirilmiş gazoz kapağı, sivri-metal ucunun dengesiyle hem okun çok daha uzağa ve düzgün gitmesini, hem de ağaca saplanmasını sağlar (evde, komşunuzda denemeyiniz). Mukavvadan yuvarlak kalkanı da boyayıp, kabileye göre farklı kapaklarla bezemek de mümkündür tabii (bugünün Red Bull’una yetişsek, o logo, o enerjiyle hepimiz “Koşturan Asabi Kırmızı Boğa”). O sağlam donanımla kısa, öz konuşulur her “savaş”ta: “Ugh…” Bir kaza çıkar, başın sıkışırsa “Ulu Manitu” zaten.

Çok sevişen Karaoğlan’ın itibarı

Vak’anüvisler gazoz kapağıyla, Suat Yalaz’ın milli-yerli çizgi roman kahramanı Karaoğlan’cılık oyunlarında da -kalkanların pırıldayan nikelajı, tahta kılıcın kabzasının kakması- sık karşılaşmıştır. Dedenin namaz takkesini araklayıp Karaoğlan olmak kolaydır aslında. Amma velâkin Karaoğlan’ın maceralarında sürekli sevişmesi, sadece düşmanını değil bulduğu her kadını devirmesi (make love, make war), kısıtlı imkânlar nedeniyle oyunlarımızda önce gerçekçiliğini, sonra yerini kısa sürede yitirmiştir.

Kahramanını “Karaoğlan atları bağlarken, Ba’nı Çiçek al ipekten pelerinini böğürtlenlerin arkasına sermiş, üstünde fazla bulduğu ne varsa çıkarıp, sağa sola atmıştı. Karaoğlan, kılıcı başucuna saplayıp, sanki kovalayan varmış gibi telaşla saldırdı güzel kadına” gibi edebî satırlarla anlatan Yalaz da zaten hatasını, eksiğini yıllar sonra kabul eder: “Karaoğlan camiye girip çıkmıyor. Biraz benim cahilliğimden öyle oldu. Bugün çizsem daha zengin olur. İslamiyete sahip çıkar, sık sık camiye girer, hocaları mollaları dinlerdi.” (3)

Şimdi düşünüyorum da… O kadar oyun karakteri bolluğunda, “Mehmetçikçilik” oynanmazdı nedense. Saygımızdan, hâlihazırda zaten Mehmetçik olduğumuzdan mıydı yoksa kimsenin o oyunda “düşman” rolünü kabullenmemesinden miydi, bilemiyorum. Okulda müsamerelerde çok oynandığı için de olabilir… Onu kürsüde büyükler oynadığı için de.

Gazozla devam edeceğim… Gelecek Program: Marshall Planı’nın kapağı. Balgat Amerikan Üssü’nde karşılaştığımız ilk kutu kola. Meğer “cola” emperyalizm, polis amcamız (toplum polisi) “Fruko”ymuş. Pek Yakında: Tough Guy Don’t Dance.Gençlik Çayları ve ilaçlı gazoz, “Lik” oyunlarının sosyo-ekonomisi.

BİR FİLM/BİR REPLİK:

Depozito dışında boş gazoz şişesinin bir ritüeli de sigara içerken içine dumanı üflemektir. Amaney, hayatının o ilk kristal küresinde dumanlara dalıp ne hayaller kurmuş, ne fallar tutmuştur bir nesil.

“Amaneeeey Turist Ömer derler benim adıma / Bakmayanlar pişman olur tadıma / Amaneeeey sokaklarda aylak aylak gezerim / İzmaritin kralını seçerim …” Turist Ömer, Yön: Hulki Saner, Oyn: Sadri Alışık, Vahi Öz, Mualla Sürer, Çolpan İlhan, 1964.

(1) “Hayata kapak olan milatlar”, Serbestiyet, 22 Kasım 2020.  

(2) “O slogan ve Karamürsel Gazozu”, Demokrat Kocaeli, 7 Temmuz 2020.

(3) “Bugün çizsem camiye giderdi”, 16 Aralık 2012, En Son Haber. (Yazımdaki Ba’nı Çiçek’e yönelik sevgi dolu paragraf, Karaoğlan çizgi romanından aynen alınmıştır.)

- Advertisment -