14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinin ardından Türkiye’de daha bir kıymete binen milliyetçilik kavramı hakkında George Orwell’ın ilgi çekici fikirleri vardır. Milliyetçilik Üzerine Notlar* başlıklı denemesinde Orwell, milliyetçiliğe iki anlam verir:
Anlamlardan ilki, milliyetçiliğin tasnifçiliğine ve damgalama alışkanlığına dairdir. Ona göre milliyetçilik, her şeyden evvel, insanların böcekler gibi sınıflandırılabileceğini ve milyonlarca insanın rahatlıkla “iyi” ya da “kötü” diye etiketlenebileceğini varsayma alışkanlığıdır.
Daha mühimi olan diğer anlam ise, insanın kendisini bir milletle ya da başka bir birimle özdeşleştirmesini içerir. Milliyetçilik, bu bağlamda, insanın kendini özdeşleştirdiği birimi iyi ve kötünün ötesine yerleştirmesi ve onun çıkarları için çalışmaktan başka bir görev tanımamasıdır.
Orwell, anlaşıldığı üzere, milliyetçiliği bilinenden daha geniş bir manada kullanır, onu daha ziyade bir “düşünme şekli” olarak ele alır ve “daha iyi bir isim bulmadığı” için bu düşünme şeklini milliyetçilik olarak adlandırır. Onun genişletilmiş milliyetçilik anlayışında, milliyetçilik salt bir milletle ilgili bir duygu veya bir tutumu ifade etmez; milliyetçilik bir din, bir ideoloji, bir ırk ile alakalı olarak da meydana çıkabilir; Katolik veya Müslüman, komünist veya Troçkist, ırkçı ya da pasifist bir milliyetçilikten bahsedilebilir.
“Aşikâr birkaç örnek sayarsak, Yahudilik, İslam, Hristiyanlık, proletarya veya beyaz ırk, hepsi de tutkulu bir milliyetçilik duygusunun nesnesidir; ama gerçekte var olup olmadıkları ciddi bir şekilde sorgulanabilir ve hiçbirinin evrensel kabul gören bir tanımı yoktur.” (s.32)
“Kendini Aldatmayla Karışık Bir İktidar Açlığı”
Orwell, bir milliyetçinin doğasını daha yakından tanımayı mümkün kılan üç özelliğinden söz eder.
Birincisi, milliyetçinin her konuya, sadece veya esasen, bir prestij yarışı gözüyle bakmasıdır. Milliyetçinin beslediği duygu müspet veya menfi olabilir, desteklemek veya kösteklemek için kullanılabilir, ama her halükârda zihni enerjisi galibiyet ya da mağlubiyete, zafere ya da küçük düşürmeye odaklıdır.
İkincisi, milliyetçi, basit olarak, güce tapınan kişi değildir, daima güçlünün yanında olmak gibi bir ilkeyle hareket etmez. O, bir tarafı seçer ve o tarafın en güçlü olduğuna kendini inandırır. Aksi kanıtlar bu inancı çürütülse dahi, o inandığından vazgeçmez.
“Milliyetçilik, kendini aldatmayla karışık bir iktidar açlığıdır” (s. 33)
Üçüncüsü, her milliyetçi dürüstlükten açık bir biçimde sapabilir. Ancak bu sapma onun için bir sorun teşkil etmez. Çünkü mücadelesinin şahsi menfaatleri için olmadığını söyler ve kendinden daha büyük bir birime (dine, sınıfa, mezhebe, ümmete, ırka vb.) adanmışlık bilinciyle hareket eder. Gerektiğinde dürüstlük yolundan çıkmasını “dava”nın ulviliğiyle meşrulaştırır ve her daim haklı olduğundan zerre kadar şüphe etmez.
“Milliyetçi Düşünce Bir Miktar Büyücülük İçerir”
Bir ülkedeki düşünce dünyası milliyetçilik ne kadar iltihaplanırsa, o ülkede meseleleri -ister siyasi ister edebi olsun- akli olarak ele almak o kadar zorlaşır. Çünkü milliyetçilik entelektüel hassasiyeti, tutarlığı ve dürüstlüğü köreltir. Milliyetçi, kendiyle özdeşleşmeyenin değerini takdir etmekten kaçınır; adil bir değerlendirmeye gerek duymaksızın “biz”den olana övgü düzmek için fırsat kollarken, “biz”e ters düşenin kötü olduğunu söylemeye hazır bir ruh hali taşır.
İngiliz entelektüelleri arasında siyasi Katolik, Siyonist, anti-Semitist ve Troçkist milliyetçiliklere rastlansa da, Orwell, 1940’ların ortalarında İngiltere’de hâkim milliyetçilik biçiminin komünizm olduğunu belirtir. Elbette bütün milliyetçilikleri tek kaba koymak durumu fazla basitleştirmek olur ama yine de Orwell, bütün milliyetçiliklerde geçerli üç temel ilke tespit eder:
İlki, saplantıdır. Milliyetçi kendi iktidar biriminin iktidarına düşkündür; elden geldiğince onun haricinde bir konuya girmez. Kendi birimine yönelik küçük bir itiraz ya da rakip birime dönük ufak bir iltifat, onun kaşlarını kaldırır, ruhuna azap verir. Milliyetçinin bağlılığı mutlaktır; bağlılığın gizlenmesi, olanaksız olmasa da, çok güçtür.
“Ayrıca milliyetçi düşünce -siyasal düşmanlarının kuklalarını yakma veya fotoğraflarını atış poligonlarında hedef olarak kullanmak gibi yaygın geleneklerle yüzeye çıkan- bir miktar büyücülük içerdiği izlenimi de verir.” (s. 38)
İkincisi, istikrarsızlıktır. Evet, milliyetçi sadakat şiddetle savunulur ama bu o sadakatin hep aynı yerde kalacağı ve asla başka yerlere aktarılmayacağı anlamına gelmez. Bir milliyetçinin yıllarca bağlandığı ülke ya da nesne birden bir nefret objesine dönüşebilir, uzun zaman hayranlık beslenen kişi ya da birim aniden tiksindirici bir hal alabilir.
İngiliz yazar H. G. Wells’in dönüşümünü misal verir Orwell. Wells’in Kısa Dünya Tarihi’nin ilk basımında ve o dönemki yazılarında ABD’ye güzellemelerin yer aldığını belirtir. Fakat bu yüzeysel hayranlığın birkaç yıl içinde keskin bir düşmanlığa dönüştüğünü, Wells’in ABD’nin yerine SSCB’yi geçirdiğini söyler.
“Geri kafalı bir komünistin birkaç haftalık bir boşlukta eşit derecede geri kafalı bir Troçkiste dönüşmesi sıradan bir manzaradır. Kıta Avrupası’nda faşist hareketler genellikle komünistler arasında üye bulmuştur ve önümüzdeki birkaç yıl içinde bunun tam tersi bir süreç de yaşanabilir. Milliyetçinin duygularının nesnesi değişebilir ve hatta hayal ürünü de olabilir; değişmeyen tek şey kendi ruhsal durumudur.” (s. 38-39)
“Almanlar Asarsa Barbarlık, Ruslar Asarsa Değil”
Üçüncüsü, gerçeğe kayıtsızlıktır. Milliyetçiler, olgulara seçici yaklaşırlar; kendilerine yarayacağını düşündüklerini öne çıkarır, kendilerine zarar vereceğini düşündüklerini ise arkaya iterler. Olgular arasındaki benzerliklere gözlerini kapatmaktan imtina etmezler. Muhafazakâr Partili bir Britanyalı, Avrupa için kendi kaderinin tayin hakkının amansız bir müdafisi olurken, aynı hakkın Hindistan’a tanınmasına mutlak surette itiraz etmekte bir beis bulmaz.
Milliyetçi, eylemi niteliğine göre değil, yapanın kimliğine göre bir değerlendirmeye tabi tutar. “Başkaları” yaptığında vahşiliğinden kötülüğünden şüphe duyulmayan bir eylem, “bizimkiler” yaptığında ya nötr karşılanır ya da daha vahimi övgüye değer bulunur.
“Örneğin, liberal New Chronical gazetesi, Almanların astığı Rusların fotoğraflarını şoke edici bir barbarlık örneği olarak yayımladıktan bir-iki yıl sonra Rusların astığı Almanların çok benzer fotoğraflarını can-ı gönülden onaylayarak verdi.” (s. 40)
Milliyetçiler, hadiseler karşısında aynı ahlaki ölçütlere başvurmazlar. Eyleyenin bizden ya da onlardan olmalarına bağlı olarak işin ahlaki rengi değişir. Bir eylemin, ahlaken kınanıp kınanmamasına, her zaman siyasi tercihlere göre karar verilir. Taraftarlarının yaptıkları barbarlığı eleştirmekten kaçınan milliyetçiler, aynı zamanda bu barbarlıklarla ilgili haberleri ve bilgileri de duymazlıktan gelirler.
Mesela, Hitler’in İngiliz hayranları Dachau ve Buchenwald, toplama kamplarının varlığını altı yıl boyunca öğrenmemeyi becerirler. Almaların toplama kamplarına karşı cansiperane mücadele verenler ise, Rusya’daki toplama kamplarını ya bilmezliğe vururlar ya da bunların varlığının hayal meyyal farkındaymış gibi davranırlar.
“Solun Komünistleri Haşlayan Kahramanı”
Milliyetçi, geçmişin değiştirilebileceğine ilişkin bir saplantıya sahiptir. Mesaisinin büyük bir kısmını, tarihi ve dünyayı olmasını istediği bir biçime sokmak için uğraşarak geçirir. Maddi gerçekleri saklar ya da tahrif eder, tarihleri değiştirir, sözleri bağlamından ve manasından koparır. Her şeyi bir propaganda malzemesine dönüştür.
“Milliyetçinin hissiyatına göre olmamış olması gereken olaylar anılmaz ve sonunda inkâr edilir. 1927’de Çan Kay Şek yüzlerce komünisti canlı canlı haşladı ama üzerinden on yıl geçmeden solun kahramanlarından biri oldu. Dünya siyasetinde değişen konumlar onu anti-faşist grup içine taşıdı ve böylelikle komünistlerin haşlanması ‘sayılmaz’, hatta belki hiç yaşanmamış oldu.” (s. 41-42)
Milliyetçi, nesnel hakikate kayıtsızdır, gerçeği hep kendine yontar. Gerçeğin mümkün mertebe belirsizleştirilmesi, insanların büyük büyük hikâyelere, delice inançlara daha sıkı bağlanmasını kolaylaştırır. Milliyetçi, gerçek dünyada ne olup bittiğine bir değer izafe etmez. Olguları incelemek, bunların kendi üstünlük iddialarını destekleyip desteklemediğini görmek gibi zahmetli işlere girmez. Onun istediği, kendi biriminin, rakip birimleri yerle bir ettiğini hissetmektir.
“Bütün milliyetçi tartışmalar münazara kulübü düzeyindedir. Hep sonuçsuz kalırlar; çünkü her tartışmacı zaferi kendisinin kazandığına inanır. Bazı milliyetçilerle şizofreni arasındaki mesafe pek kısadır; fiziksel dünyayla hiçbir bağlantısı olmayan iktidar ve fetih hülyaları içinde gayet mutlu yaşarlar.” (s. 43)
Velhasıl Orwell, milliyetçiliği bir tek ideoloji ile sınırlandırmaz; her etnisitenin, her dinin, her mezhebinin, her ideolojinin milliyetçi müntesiplerinin olabileceğini bize gösterir. Eğer Orwell’ın bu milliyetçi aynasını çevremize tutarsak, kimliklerinden azade, sağımızda solumuzda ne kadar çok milliyetçinin olduğunu fark edebiliriz.
Ve hatta kim bilir, o aynada belki kendimizi de görebiliriz!
* George Orwell, Faşizm Kehanetleri, Çeviri: Aylin Onacak, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 31-54.