Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIOkunuşuyla fenomen: Fena-mena…

Okunuşuyla fenomen: Fena-mena…

Lisede lisandan çok telaffuzu belletmeyi seven hocamızın “fena-mena” nağmesiyle okuduğu “phenomenon”, melodisi, şamatasıyla mahallenin diline de anında yerleşmişti. Enteresan, komik, şifreli, ince bir durum mu oldu… Aynen hocanın telaffuzuyla “fena-mena”. Bugünler için de tam isabet. Türkçe'de de o kelime dümdüz değil aynen öyle, aslı astarıyla okunmalı bence. Kelimelerin, hatta meselelerin “yazıldığı gibi okunması” her zaman hayırlara vesile değil. Resmi Tarih, ondan resmi olmasın medya misal.

Bazı kelimeler insanın hayatını kolaylaştırıyor. Ne olduğunu bilemediğin, adını koyamadığın şeyleri o kelimeyle herkese anlatabiliyorsun. Zamazingo, zımbırtı gibi… Daha güncellerinden birisi de “fenomen”. Anlamını bilmeye, deşmeye, tarife gerek yok, herkes anlıyor. Harika! Dolaşımdaki mânâsıyla onun da kökeni, pencereli hayata yerleşen “Vasistas” filan neredeyse.

Bakıyorsun sosyal medyaya, ekranlarda, hatta sahnede, filmlerde seyrediyorsun, “Bu ne(dir) yahu!” diye hayretler içindesin. “Fenomen”in sözlükteki iki karşılığından birisi de öyle zaten: “Şaşkınlık, hayret yaratacak kadar dikkat çekici olan ‘şey’ ya da kişi”. İşleyişinde “şey”le “kişi” de karışıp bütünleşiyor kimi örnekte. Hem şey, hem kişi… Fotoğraflarıyla bile illüstrasyon gibi görünen bazı diktatörler de bana öyle gelir misal.

Sözlükteki “felsefi” karşılığı da mânâlı: “Şuur karşısında belirdiği, idrak ve imkân sınırlarının içine girdiği kadarıyla varlık, görüngü, olay, hâdise.” “Kadarıyla” dedin mi dozajı biraz ulusal mesele. Bizdeki popüler açılımı, işleyişi idrak sınırlarının epey ötesinde. Belki de bizim idrak sınırlarımızla şuurumuz arasındaki mesafe mezhebimizden çok geniş. Bilemiyorum, fenomen işte.

Bi tuhaf, bi acayip…

 “Mahallenin delisi” nostaljiler arasına karışıp demode olunca, belki öyle bir ihtiyaçtan “mahallenin fenomeni” doğdu. Zira fenomen kavram olarak hep vardı da, adını, sıfatını çocuğuna, ailenin, mahallenin “bi tuhaf, bi acayip” ferdine filan koymanın tarihi eski değil.

Ama “biz” çok eskiden vakıfız o kelimeye. Fenomen deyince Ankara Cumhuriyet Lisesi’ndeki İngilizce Dersi’nden net hatırlıyorum. Aksanı, melodisiyle okunuşu hâlâ dilimde. Lisandan çok telaffuzu belletmeyi, İngilizcenin dilin iki dudağa değer gibi olup da aradan tıslayan kelimelerini seven hocamız -nasıl denk geldiyse- “phenomenon”a sarmıştı bir gün. Telaffuz o günkü şamatasıyla derste eğlenceli, hayatta önemli…

Aslı gibi okunmalı

Kızılay’daki en az yarım asırlık “Amerikan Pasajı”ndan yazıldığı gibi okuyarak edindiğimiz “Levis”i, bir gün aniden “Livays Livays”  giyinmemiz az devrim değil. Türkçede şapkalı kelimelere göstermediği hürmeti, İngilizceden esirgememeli modern insan. O aksan yerleşince şapkalı “â”lar da inceden bir ahenk kazanabilir belki. Âşinâ oluruz biraz.

Sınıfta sondaki “n”i yutulup “fena-mena” nağmesiyle okunan “phenomenon”, melodisi, gırgırıyla “grubumuzun dili”ne de anında yerleşmişti. O günlerde mahallenin de buluşçu-buluşturucu deyimleri arasında dolaştı bir süre.

Enteresan, komik, şifreli, ince bir durum mu oldu… Aynen hocanın telaffuzuyla “fena-mena”. Bugünler için de tam isabet aslında. Türkçede de o kelime dümdüz değil aynen öyle, aslı astarıyla okunmalı bence. Kelimelerin, hatta meselelerin yazıldığı gibi okunması her zaman hayırlara vesile değil. Resmi Tarih, ondan resmi olmasın medya misal.

Dünyanın ilk fenomeni

Bugün fenomen sohbetlerdeki olmazsa olmaz “şey” kelimesi kadar kullanışlı. Hayatın her alanında, her türden “marifet” yahut sakarlık-sakillikle bir anda fenomen olmak da mümkün. Aristo’yu anıp fenomene “bozuk kopyalar” desen o da eğreti durmayacak.

Yıllar önce burun deliklerine kaval yerleştirip memleketinin havalarını ustalıkla çalan, o dönemde TRT’deki eğlence programlarının gediklisi olan Sadık Karadeniz henüz keşfedilmediği için o unvanı alamadı ama onun da cürmünce halefi var mesela. Burun deliklerine iki blok flüt yerleştirip -haberdeki diliyle- “Titanik’i çalan” çocuk sosyal medyada cürmünce fenomen.

Türkiye’de “Fenomenizm”in tarihinden –gururla- devam edersem, “ilk, öncü internet fenomeni” de bizdenmiş. Google Türkçe’ye bakarsan dünyada ilk: “İnternet Mahir”. Biraz tedbirli birkaç sitede ise “Türkiye’nin ilki”… Öyle ya da böyle mahir.

Öpücük emojisinin misyoneri

Çeyrek asır önce henüz “sosyal medya” bile sosyal değilken İnternet Mahir “fena-mena” dolaşıyor âlemi. Facebook’un kullanılmasına dört, Twitter’a altı yıl var. O kadar yani… Esasında bugün kitlesine kendi tarzı, meşrebiyle durma “öpücük” yollayan fenomenlerin de öncüsü. Hatta öpücük emojisinin bile yerli mucidi, en azından misyoneri sayılabilir.

Zira Mahir Çağrı tepeden tırnağa, varlığıyla öpücük, tabiri caizse emoji. Çeyrek asır önce ana, tek sloganı da, açtığı kişisel web sitesinin alan adı da, üzerindeki tişörtünün baskısı da aynı: “I Kiss You”… Beden diliyle (de) göğsündeki “(Sizi) öpüyorum” tercümeli cümlesindeki “kiss” kelimesi rujlu dudak emojisiyle. Uluslararası… Fenomenliği bugüne yetişse bir ruj reklâmının marka yüzü olması işten değil.

Sloganı etkili çünkü öpülmeyi seviyoruz. Hayır, halimize bakıp sık dile getirilen bir argoyu ima etmiyorum. Asla… Kayıtlara, verilere, istatistiklere göre öyle. İş oraya gelince de keyfimiz, gururumuz, dünyayı kıskandıran maharetlerimiz yerinde yine.

Tokalaşma rekoru da bizde

İnternet Mahir’in kişisel web sitesi “ikissyou.org” haberlere göre dört ayda “dünyaca meşhur” oluyor. “Öpücük öpücük öpücük” çağrısına icabet de rekor sayıda. Kişisel web sitesi Kasım 1999-12 Nisan 2000 arasında 3 milyon 173 bin ve bir günde 50 bin ziyaretçiyle 2001 Guinness Rekorlar Kitabı’nda.

Biz olmasak o kitap tatsız-tuzsuz, temassız kalacak biraz; tokalaşma, el sıkışma rekoru da bizde misal. Tokalaşma kuyruğumuz dünyanın en uzun Adana Kebabı’yla yarışıyor. El sıkışma rekortmeni hakkıyla politikacı değil AVM yöneticisi ama iştigal alanı niyet-yetenek, “toplum mühendisliği” bazında aynı gruba dâhil edilebilir belki.

Mahir Çağrı -son sıradan da olsa- 2000’de Forbes Dergisi’nin dünyanın en ünlü 100 ismi arasına da giriyor. Ünlülerin gelir sıralamasında da sonda; yılda 5 bin dolar. Olsun, listeye bir ucundan girmek önemli. Örneğin 167 ülkenin yer aldığı Dünya Demokrasi Endeksi’nde 103. sıraya yerleşerek ilk 100’ü kılpayı kaçırmışız. Şansızlık ya da Gastronomi’deki deyimiyle “Şef talihsizliği”.

“Kız evimde kalabilir…”

İnternet Mahir’in Türkçe, her yönüyle “Türk gibi” düşünüp cümlesini İngilizce’ye çevirdiği öpücük sonrası çağrıları da kısa, net. “Kim Türkiye’ye gelmek ister ben davet edebilirim. Kız evimde kalabilir…” Kim derseniz, fenomen işte.

Kendisini sitesinde gazeteci, psikoloji doktoralı müzik ve spor öğretmeni olarak tanıtsa da, o yönde tek bir kayıt, background ya da ilgi-bilgi yok. Gereksiz de, ilgi durumun acayipliğine… Doktorayı da sebat edersen o alanda, alt dallarında yapıyor, fesfenomen oluyorsun. Şaşkınlığın yol açtığı reytingi de yine “Nedir bu?” sorusuyla özetlemek mümkün.

“Altın Ahudu”lu fenomen Başkan

Meseleyi ironiye boğsam da Çağrı’nın hakkını yememek lâzım. Bugün her şey daha kolay. Cep-videodan sinemaya, sahneye fenomenlerin, takım yıldızların yeri hazır. Samanyolu -aleviyle de- pırıl pırıl. Alanı da geniş. Sinemadaki gibi “iyi kahraman-kötü, anti-kahraman” seçenekleri de bol. Çekici olmak bir yana, itici olmak da fenopsikolojinin alanı içinde. Tam göbeğinde.

“Trump fenomeni”nin, siyasetteki karton “Donald figürü”nün saçı-başıyla, iticiliğiyle, mimikleri, beden dili, ırkçı John Wayne kibriyle de o unvanı hak ettiğini söylemek mübalağa sayılmaz herhalde. Öyle ki rol aldığı “Ghosts Can’t Do It” filmiyle en kötü filmlere, oyunculara verilen “Altın Ahududu” ödülü bile var. Acayip bir adam lâkin bu bazı çevrelerde “Acayip iyi…” görülmesine engel değil.

Suç(lu)ların neresi fenomen?

Fenomenler “Bundan ne köy olur, ne kasaba…” atasözünü de feci şekilde boşa çıkarıyor. O aşamaları atlayıp bir anda başfenomen olmak işten değil. En sıradan saçmalıkları, abuklukları ekran, “halk oyu-halk tıkı” önünde yapmak yeterli. Artık sen de “fena mena”sın.

Tuhaf bir işleyişi de var. Sosyal medya fenomenleri “Dilan-Engin Polat” çifti gündemin ilk sıralarından inmiyor ama aslında skandalın, haber spotları arasında yanıp sönen sinyal ışıklarının fenomen bir tarafı yok. Elde ettikleri paralar da, nerelerden, nasıl geldiği de iddialarla ortada. Belki durup durup da onlara operasyon düzenlenmesi “bi acayip”. Kantarın topuzu meselesi ya da…

İddialar bildik. Kara paraymış, aklamaymış, evrakta sahtecilikmiş, vergi borçlarıymış, Vergi Usul Kanunu’na, Bahis ve Şans Oyunları düzenlemelerine muhalefetmiş… O yolda, alanda ne tek örnekler, ne de fenomen. Daha çarpıcıları, büyükleri, “Bu nedir yahu!”ları ibadullah.  Ama onlar fenomen değil bazen AŞ, hatta “kurumsal”.

“Kriminal çark”ın işleyişi

Polatların kayyum atanan 27 şirketi mi ilginç, fenomen? Güzellik, Estetik, Kozmetik, Medikal, İnşaat, gayrımenkul, otomotiv filan “o piyasa”nın enteresan, yeni el attığı, şaşırtıcı “iş alanları” mı… Haberlere göre mafyayla başları derde girmiş de, mafya, örgütlü suç o iştigal alanlarına yeni mi el atmış? Bakınız sektörel saçılım şemalarına, hepsi ortada…

Serbestiyet’ten Onur Erkan, 17 Kasım 2023’de yayınlanan “E-mağazalarda satış rakamları, bot hesaplarla da popülariteleri şişirildi.Takipçilerinin yüzde 60’ı ortak ve bot hesap” özel haberinde “Polatlar ve Candan Kardeşler”le gündeme gelen fenomen skandallarının perdesini iyice aralıyor. O süreçteki yasadışı bahis, kara para (ve vs.), “kriminal nakit”, naylon fatura çarkının işleyişi de o yazıda ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Fenowomen piyasasına yeni tıklar

Sosyal medyadaki rezilliklerini fenomenlik saysan o da ülkenin rezalet skalası açısından sıradan. Çoktan eskimiş, demode meseleler. Yok efendim “ünlü” birçok düğünde yahut kutularda ortaya saçılan doların yanında lafı edilmeyecek kadarıyla taç yapmış, gözlüğünden yanağına “pırlanta” sallandırmış, yok lüks arabalara binmiş. Memurun bilmem kaç milyonluk Maserati’si bile demode haber.

Yok kocasının ayağını öpmüş… Ayak öpmenin sadakat, coşku, hatta aşk ifadesi-mertebesi olarak açıkça, siyaseten uluorta dile getirildiği ülkede nesi fenomen! Görgüsüzlüğüyle fenomen desen, o mevzuda da şilt alması zor. Adapsız Muaşeret’in kitabı her gün yeniden yazılıyor.

Fenomenlikten erken emekli Bahar-Nihal Candan da öyle mesela. Çoktan demode. Denk düşürürlerse anca fasulyeden “Emek Ödülü”. Onlar da dolandırıcılık, para aklama, suç örgütü, “gizli kasa” iddialarıyla gözaltına alındılar da “fenowomen” piyasasının gerçek reytinglerine hareket geldi.

Gereği gibi kullanmak da zor

Fenomenizmin bu hâli, dolaşımı, o manzarayla, “piyasa”yla alakası olmayan insanları da o unvanla, o pespaye çağrışımıyla etiketliyor bazen. Yeter ki aklı-fikri sana acayip, “fenomen” gelsin. Onlar da öteki “fenomen”ler. “Milli yargı”yla etiketlenenler…

Bu kirletilmiş, suyu çıkmış alanda“Sosyal Medya Fenomeni” tanımının ağırbaşlı kullanımı da müşkül. Mesela 19 yaşında Hatay’da depremde hayatını kaybeden “sosyal medya fenomeni” Taha Duymaz. Aşçı olmayı hayal eden, küçücük evinin birkaç metrekarelik mutfağında yemek videoları çeken çocuk. İçime hiç, asla sinmiyor ama serüvenini tanımlayan kavram o maalesef.

“Birinciliği beyaza verdiler”…

Fena halde kirlenmiş, kirletilmiş, yine kendine benzetilmiş bir alan. Tersinden bir ilişki olsa da “entel-dantel”in entelektüelin üzerine çökmesi de öyle bir kirlilik belki. Hayatın, düzenin kirliliği, kitleselliği kavramları, kelimeleri, hatta “renk”leri de kirletiyor.

Özdemir Asaf’ın “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu /birinciliği beyaza verdiler” dizesi hazin bir kehanet, güncel müsabaka sanki. “Ak”, “aklama-aklanma” deyince ne geliyor akla… Yukarıda örnek verdiğim Polatlara, Candanlara dair standart iddiaların başköşesinde “aklama paklama” var.

Bülent Ecevit’in “Ak günlere…” sloganını bu devirde hangi muhalif diline alabilir? Filistin katliamının fotoğraflarına, öyle afişlere hangi grafiker kolayından “Ak Güvercin” kondurabilir? Beyaz ha!

Kimler istedi de vermedik

Bence en sıkı, baştan aşağı “fenomen”ler nereden geldiği belli yahut belirsiz olup da bir anda sabit ekran yüzü olanlar arasında takım elbiseyle geziyor. Lafı da, kendini de her an çevirebilenler, her makamdan bazı (y)etkililer “fenomen” unvanıyla gruplansa izdihamdan geçilmez. Siyaset, ekonomi, adalet, özgürlük, eşitlik, hayatla ilgili her konuda dökülen inciler bir anda garibim fenomenleri tıksız bırakır.

Lâkin fenomen demiyor, diyemiyoruz onlara. Ne toplum mühendisleri, ne politikacılar, ne bakanlar, milletvekilleri, ne belediye başkanları, bürokratlar, yetkililer, öyle işlerin “iş” insanları, amirler-memurlar istedi, hak etti de ver(e)medik o unvanı.

Deprem, sel, maden, orman yangını felaketlerinde, ekonomi, hak-hukuk, adalet çöküntülerinde ortaya saçtıkları “inci”leriyle, akıl-izan-vicdan ötesi pervasızlıklarıyla “Bu ne(dir) yahu!” hep dilimizin ucunda da… Adını layıkıyla, ağız dolusu koyamadık. “Fena-mena” geçti gitti onca yıl. “Aşırı”sı sebatla çıta yükselten fena-mena milliyetçiliğin, ayrımcılığın kitle fenomeni, artık sıradan gelen uç örnekleri de ortalıkta.

“Kirli gazetelerden yapılmış balon”

Anlaşılan yazımın içinden çıkamayacağım. Sizi Edgar Allan Poe’nun iki yüzyıl önce yazdığı “Bon Bon (Fransız Vodvili)” hikâyesinden kopardığım “fenomen”le baş başa bırakayım: “Rotterdam’da sayısı on bine ulaşan kalabalık, gökyüzündeki beyaz bulutların yağdırdığı ahmak ıslatanlara aldırmadan Ticaret Meydanı’nda toplanmış.”

Hepsi “aynı anda ağızlarından düşen 10 bin pipoyla”, hayretle gökyüzüne, aniden görünen “fenomen”e bakıyor. Büyük meraklarının nedeni “acayip bir nesne”. Biraz alçalınca “kesinlikle bir tür balon”. Ama “sırf kirli gazete kâğıtlarından yapılmış bir balon”:

“Püsküllü, koyun çanlı deli külahı”

“Bu, Rotterdamlıların sağduyularına yapılmış korkunç bir hakaretti. Fenomenin şekline gelince, o daha da ayıp bir şeydi. Ters dönmüş, dev bir deli külahından başka bir şey değildi. Ve kalabalık daha yakından bakıp tepesinden dev bir püskülün sarktığını ve üst kenarın ya da koninin dibinin çevresinde koyun çanlarını andıran, sürekli Berty Martin şarkısına uygun ritim tutan küçük aletleri fark etmeye başladı.

(…) Ancak Rotterdamlılar’dan birçoğunun aynı şapkayı daha önce defalarca görmüş olduklarına yemin etmesi ilginçti; hatta bütün kalabalık ona tanıyan gözlerle bakıyor gibiydi.” Poe’nun ürkütücü hikâyesi başka yerlere uçsa da, bir cümlesi daha asılı duruyor: “Benzer bir fenomenin (gündüz değil de) gecenin karanlığında nasıl yüce bir görüntü sergileyeceğini kimse tasavvur edemez. Cehennem o zaman kendisine uygun bir görüntü bulmuş olabilirdi.”

- Advertisment -