Yanlış sorulara doğru cevaplar aranıyor
1979 Aralık ayında Siirt Tugayı’nda gözaltında olduğum zaman hiçbirşey demeden beni sürekli dövüyorlardı.
Dayanamadım bağırdım “niye beni dövüyorsunuz, suçum ne” diye.
İri yarı sivil polis küfürler eşliğinde ” bir de soruyor, ulan siz Afganistan’ı işgal eden komünistsiniz” diye bağırarak bir yumruk daha savurdu yüzüme.
Bir kendime baktım, bir de işgal edilen Afganistan’ı düşündüm. Acılar içindeyken de bir gülme tuttu beni. Bu absürt suçlamaya verilecek cevap yoktu ki bende.
Doğal olarak bugünkü tartışmalar bunu aklıma getirdi.
Sorular yanlış olunca, üzerine inşa edilmeye çalışılan cevaplar da doğal olarak yanlış oluyor.
Kimilerinin bilinci olarak çarpıttığı, kimilerinin de bu süreçlerin karakterinden ötürü oluşan gizem ve sessizliği ben bir şeyler biliyorum havasında sürekli bulanıklaştırdığı, kimilerinin de asla istemediği bir süreç olduğu için ha bire ortalığa yalan ve yanlış bilgiler saçtığı anlamsız tartışmaların bitmediği bir dönemi yaşıyoruz.
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin bu süreci eksik ve tek yanlı okuması nedeniyle ortaya attığı fikirlere sanki hepsi doğruymuş ve sürecin fotoğrafı buymuş gibi cevap yetiştirme telaşı yetmezmiş gibi, meseleyi doğru okumaktan aciz veya sanki her şey konuşulmuş ve bitmiş gibi cevaplar yarışına girmek ortalığı daha da olumsuzlaştıran bir hava vermekten öteye gitmiyor.
Daha ne Öcalan’ın bir silah bırakın çağrısı var, ne de bu çağrı yapılmış gibi Kandil’in “hayır bırakmayız” diyen bir cevabı var.
PKK, yani KCK yönetimi “Önder Apo baş müzakerecimiz ve liderimizdir” diye kurumsal açıklamalar yaptı. PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu’nun bir tv konuşmasını sanki KCK yönetiminin açıklaması gibi yazmak sorunu hafife almaktır.
PKK’nin üst organı KCK, “Öcalan liderimizdir. Tek yetkili odur” diyor ve burada Öcalan’ın bu konuda ne söylediğini bilmiyoruz.
Hal böyle olunca böylesine büyük bir meselenin çözümü konusunda ortaya atılan düşüncelerin varlığı bu meselenin kendisi değildir.
Sadece bu mesele için yapılan olumlu ve olumsuz düşüncelerin tartışılmasından ibarettir.
Onun için elimizde var olan somut veriler şu ana kadar; Devlet Bahçeli’nin sürekli tekrar ettiği ve son olarak da “İmralı ile DEM Partisi görüşsün” çağrısı, Erdoğan’ın “cesur ve ezber bozan bir çağrı” diyerek ve Bahçeli’yi defalarca desteklemesi, bu çağrıya Öcalan’ın PKK’nin, İlham Amed’in (Suriye PYD), DEM Parti’nin Selahaddin Demirtaş’ın olumlu cevap vermeleridir.
Yani iddia edildiği gibi “Öcalan’ı İmralı’da gömdüler” denilecek bir durumun olmadığını hem sayın Erdoğan’ın hem de sayın Bahçeli’nin açıklamalarından anlıyoruz.
İmralı ile bir kaç gün içerisinde gerçekleşmesi beklenen görüşmede hiç de sanıldığı gibi olumsuz bir pozisyonun olmadığını ve yapacağı çağrıya da kimsenin “hayır kabul etmiyoruz ” demeyeceğini hep beraber görmüş olacağız.
Buna bu sürecin ilk bölümü demiştik. Şimdi bu sürecin ikinci bölümünü yaşıyoruz.
Taraflar pozisyonlarını tartışmalar üzerinden de sürdürmek niyetinde öyle görünüyor ki.
Kimi yalan, kimi hayal mahsulü, kimi de manipülasyon amaçlı, kimi zaman da sağlıklı olan farklı tartışmalara tanık olacağız.
Bazen bu tartışmaları iç politikadaki gerginlikler ateşleyecek.
Bazen de bölgesel ve uluslararası gelişmeler bu tartışmaların seyrini değiştirecek.
Sıcak ve sürprizli bir ikinci bölümün başında olduğumuzu unutmadan ve sürecin sağlıklı yürümesi açısından akil insanların bir an evvel üzerlerindeki ölü toprağı atıp bu sürece katkı vermeleri gerekiyor
Olası süreç bizim bütün geleceğimizi olumlu veya olumsuz etkileyecek bir süreçtir.
Dünyanın gitgide daha da gergin ve öngörülemez bir döneme gittiğini düşünürken bu gerginliğin gaz sıkışmasının ana merkezinin bölgemiz olduğunu bilmek gerekiyor.
Sayın Erdoğan’ın dikkatlerden kaçan cümlesi ile bitirelim: “Silahları gömdüğünüz anda bizim için her şey sizlerin önünü açmaktır. “