Halil Berktay
“Dış” korkusu (4) Modernite ile karşılaşmalar
Modernite ile emperyalizmi ayırdetmek niçin zorlaşıyor? Özellikle “hiçbir şey almayalım”cı muhafazakârların, kültürel değişimi hemen sırf şiddete ve sömürgeciliğe bağlayarak “dış”tan geleni toptan kötüleyip reddetmesinin zemini nasıl doğuyor?
“Dış” korkusu (3) Öldürücülük halkaları
Vahşi veya yerli dediklerimizin yapabileceği her şey, çok daha yüksek düzeyde örgütlü karakteri ve meşum planları, uzun vâdeli stratejileri, bu uğurda hatırı sayılır kaynaklarını seferber edebilme kapasiteleri ile devletlerin erişebileceği kötülük düzeyinin çok gerisinde kalır. Devlet aklı deyip duruyoruz; çok mu matah sanıyoruz? Biraz da budur, önemli ölçüde budur işte. Limitte soykırım, modern devlete özgü bir marifettir.
“Dış” korkusu (2) Hayvanlardan insanlara
Üçüncü Reich’ın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’i görüyorsunuz, 1937’de Dejenere Sanat sergisini gezerken. Yüzünde kibirli, müstehzi bir küçümseyiş. 1950’lerde Sovyetlerde Jdanovculuk, ABD’de McCarthycilik, hep aynı anlayışı yansıtıyor.
“Dış” korkusu (1) Kuzey Kore’nin özel halleri
Çağımız hakkında çok şey söyleyen iki resim. Üstte, hayatını ülkesinin rehafı ve halkının mutluluğuna adamış bir devrimci lider. Altta, bir Güney Kore müzik grubu. Ne korkunçlar, değil mi? Üzerlerinden melanet akıyor. Burjuvazinin şekere bulanmış kurşunlarını simgeleyen karşı-devrimciler. Bizim temiz medeniyetimize bulaşmaması gereken mikroplar. Emperyalizmin, kapitalizmin ajanları.
Dmitri Şostakoviç ve Halim Spatar
Aşağıdaki çalışma bundan bir buçuk yıl öncesine ait. Halim Spatar 12 Nisan 2013’te aramızdan ayrılmıştı. Ölümünün sekizinci yıldönümü yaklaşırken, anısına bir kitap çıkarma fikri doğdu. Ona katkım olsun dedim. Sonra o proje akim kaldı. Beklettim, ama kendi başına yayınlamanın anlamlı bir vesilesini de bulamadım. Derken, Eski Tüfekçilerden bir diğerinin ölümü ve “Faika ablanın ardından” diye yazdıklarım, beni tekrar o duygu ve düşünce platformuna götürdü. Zamanı geldi diye düşündüm. Gerçi normal bir Serbestiyet yazısının belki on katı uzunlukta. Ama önce burada çıksın; sonra belki kendine başka bir yer de bulur. 2020 Nisan başlarında “son metin” diye not düşerek yolladığım haliyle sunuyorum.
Faika ablanın ardından
İzmir’de, Cumhuriyet Meydanı’na ve Atatürk heykeline bakan, doğup büyüdüğüm eski Akdeniz Apartımanı’nın terasında, belki tam 1951-52’de çekilmiş bir fotoğraf. Arkaplanda körfez; uzakta Bayraklı. Önde, ortada İlhan amcam, yanında eşi Solmaz ablam, bir de ben (dört beş yaşımda). Arka ortada dedem Halil Namık Berktay; bir yanında (solda), Solmaz ablamın büyüğü Güler abla, diğer yanında (sağda) Faika abla. Solculuğun birleştirdiği üç dört ailenin mensupları. Dedemin sevecenliği, sahiplenmesi hepsini sarıp sarmalıyor. Ama şimdi bir ben kaldım hayatta.
Mektup
Her büyük ideoloji, her politik akım önce kendi illüzyonunu, sonra kendi uyanışı ve hayal kırıklığını yaşar.
My one “Jerusalem Day” (*)
Arrogantly flaunting its contempt for all international norms and world public opinion, the Israeli army has been engaged for more than a week in a latest round of savagery against Palestinians in the Gaza Strip. Meanwhile, in several cities Jewish right-wing mobs have been mindlessly attacking Israel’s own Arab citizens in a scary outbreak of what could escalate into local-level ethno-religious warfare.
Under bombardment
The Israeli army keeps mercilessly shelling and bombing Gaza City and the entire Gaza Strip. What does it mean to live under it all the time? Look at the above picture of a Palestinian woman and her child who have taken refuge in a UN school. Do we really know what bombardment means?
Himaye ve haraç; savaşçılar ve köylüler; mafyalar ve marinalar
Günlük siyasete girmek istemiyorum ama dayanamıyorum, ucu tarihe dokununca. “Bugün eğer mafya buraya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır.” Ya ne olurdu o takdirde? Ne değişirdi? Yalıkavak marinasının himaye haracı ve sair rantları şimdi kime kaldı? O zaman kimden kime geçerdi?
Siz hiç “Kudüs Günü”ne içerden tanık oldunuz mu?
İsrail güvenlik güçlerinin Filistin ve Arap halkı üzerinde estirdiği, insanlık vicdanını hiçe sayan ve Mescid-i Aksa’dan Gazze Şeridi’ne tırmanan son vahşet dalgası, tesadüf sayılamayacak bir şekilde, iyice kanırtır ve burun sürtercesine, Kudüs Günü’nün hemen öncesinde başladı.
Anatolia (2)
Back to this matter of how the Turkish tribes, pouring in over Azerbaycan in the 11th century, might have come to talk admiringly among themselves of “ana+dolu,” a land full of mothers, giving rise to the word “Anadolu.”
Anatolia (1)
From that evening table, the famous “sofra” of Kemalist lore and legend, a virtual hysteria rose and spread to the rest of the elite. Such spasms have marked many hyper-nationalist dictatorial cultures. The time, too, was auspicious: Fascism and Nazism were on the rise; Mussolini had already come to power in 1922, and Hitler was about to do so in 1933. Trolls flourished, and some unbelievable etymologies were concocted, all the way to Ancient Greek gods and goddesses.
Anadolu, Babadolu (2)
Nerede kalmıştık? Türkler 11. yüzyılda Azerbaycan üzerinden bu topraklara girmişler; geldikleri diyarlara kıyasla anaların buradaki bolluğuna çok şaşırmış ve hayran olmuşlar; bu yüzden ana+dolu = Anadolu demişler; öyle mi?
Anadolu, Babadolu (1)
Hayır. Yok böyle bir şey. Maalesef birilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yanlış, hem de çok yanlış bilgilendirdiği anlaşılıyor. Gerçek şu ki, 11. yüzyılda geldikleri bu diyara bir tek isim kaldı Türklerden. O da kendi adları. “Türklerin ülkesi.” Türkiye.
Monsters
How far can fanaticism go? To what extent can unquestioning devotion to a cause take over and command a degree of ruthless, pitiless, remorseless, unfeeling, unreasoning cruelty that lies beyond the pale of what we normally consider as human behavior, and which therefore we still cannot find the proper words to describe?
The last days of the Third Reich
And then there were new ideologies of mass murder, of superior and inferior races (or subhumans), which had been missing from WWI. They led to savage treatment of civilians under both Axis and Soviet occupation. They led to camp systems. They also led to the Holocaust.
A new beginning
I haven’t been able to contribute to Serbestiyet since 24th January. It was a combination of several things. Too tired. Too busy. Looking for fresh ideas.
Dersim ve Sincan
Mamak’taydım. 1972-74’te, 28. Tümen’in içindeki askerî cezaevinde. Bir ara “Dev-Genç koğuşu”nda kalıyordum. Çoğunluğunu esas Dev-Genç dâvâsında yargılanan gençler oluşturduğu için, böyle anılıyordu.
Demokrasinin kalpsizleri
“Yatay, sivil şiddet” yanlılarından söz etmiyorum. Önce sözel ve şimdi fiziksel şiddeti köpürtenlerden. İktidarın büyük ortağını giderek gayrimeşru bir zemine çekmek isteyenlerden. Bu uğurda toplumun tepkilerini sınayanlardan. Rakiplerine karşı silâh ve sopayı ne kadar devreye sokabileceklerini adım adım deneyenlerden.
Yooo fare, olmaz fare
Semih Yalçın. Devlet Bahçeli. Yıldıray Çiçek. Donald Trump. Oktay Rifat. İngiltere kralı II. Henry. Ortaçağda ve yakın tarihte küçük bir gezinti.
Demokrasinin kalbi
Tarihin cilvesine bakar mısınız. Lenin’e göre dünya, artık bütün bir emperyalizm cephesi ile bütün bir anti-emperyalizm cephesine ayrılmıştı. Bundan böyle devrim de emperyalizm cephesinin “en zayıf halkası” neredeyse orada patlak verecekti. Nâzım “O Duvar” şiirinde aynı fikri başka bir metaforla anlatıyordu.
Trump faşizminin Münih Birahane darbesi
Sahtekârlığı ölçüsünde korkak ve beceriksiz çıktı. Serserilerini tahrik edip Meclisin üzerine sürdü. Ama kendisi bir Führer olamadı. Başlarında yürüyeceğine, Hitler’in son günlerinde yerin yedi kat altındaki bunkerine kapanması misali, gidip Beyaz Saraya saklandı ve baş sorumlusu olduğu faciayı televizyondan seyretti.
“Sus! Mezar gibi susacaksın!”
Başlık resmimde Cem’in 1482’de Rodos’a gelişi gösterilmekte. Ön planda Cem, kendisini getiren karaka tipi yelkenlinin rampasından bir filikaya geçiyor. Orta planda, filikadan Azize Katerina kapısına giden iskeleye ayak basarken borular çalınıyor. Gerideki üçüncü ve son planda, kendisi ve maiyeti at binmiş; asıl şövalyeler mahallesinin girişinin önünde, gene at üstündeki Granmetr Pierre d’Aubusson ve maiyetince törenle karşılanıyor.
İşte iki mükemmel rol modeli: Çin ve Suudi Arabistan
Aşağıda iki âsî, hain kadın. Solda Zhang Zhan. Sağda Loujain al-Hathloul. İnsan hakları diye bir şey tutturmuşlar. Dış güçlerle elele verip ülkelerini karıştırmaya kalkmışlar. Yabancı medyayla elele verip, dezenformasyon yaymışlar. Biri Komünist, diğeri İslâmcı iki devletin millî hukuku tepelerine binmiş. Ohh. Ohh. Hak ettikleri cezalara çarptırılmışlar.
Bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak
Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi, / duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler, / gümüş ibriklerde şarap, / bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi. / Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup / yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak / Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkâr idi. / Çelebi hünkâr idi amma / Âl Osman ülkesinde esen / bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.
İki insan? Eh, belki: asgarî biyolojik anlamda
ABD bir hukuk devleti. Trump içindeki bütün ırkçı şiddet potansiyeline rağmen adam öldürtemiyor, emir veremiyor bu doğrultuda. Öldürenleri kayırmakla yetiniyor. Rusya bir hukuk devleti değil. Putin kendi kendisini kayırıyor.