Halil Berktay

“Dış” korkusu (11) Dalkavuklarına ders veren kral

Alper Görmüş güzel yazdı “Popülist-otoriter liderlerin kurumsal soytarı ihtiyacı”nı (9 Ağustos). Belki biraz daha genişletilebilir, tarihsel çerçeve. Bütün geleneksel tarım toplumları ve hanedan devletlerinde, bir yandan hükümdarı alabildiğine yücelten üsttenci bir ideoloji söz konusu. Ama karşılığında, alttancı bir ideoloji de var, sosyal eşitsizliklerin derinleşmesine karşı çıkarken, aynı hükümdara sınırlarını da hatırlatan.

“Dış” korkusu (10) Bu nasıl bir kibir?

Nasıl bir ruh hali, bir ülkeyi yönetenleri, bütün ülkelerin doğal âfetler karşısındaki en basit, en çıkarsız, en olağan dayanışma koşullarında dahi, aslında pekâlâ yardıma hem de çok ihtiyaç duyduğu halde yardım istemiyormuş gibi yapıp insanlığa sırt çevirmeye, hattâ bunu bir millî gurur meselesi haline getirmeye sevkedebilir?

“Dış” korkusu (9) Milliyetçiliğin demokrasiyle alıp veremediği

Faşizm çağrışımlı, icabında faşizme giden çok tanıdık bir patika: tek ve tartışmasız bir “millî çıkar” varsayımı. Herkesin buna yüzde yüz uyma zarureti. Uymayanın milletten dışlanması, hain ilân edilmesi. Peki ama demokrasi bunun neresinde? Çoğulculuk, görüş çeşitliliği, herkesin millet için neyin iyi olduğunu kendince yorumlayabilme özgürlüğü, bunun neresinde?

“Dış” korkusu (8) Efsane ve kudsiyet

“Clovis’in 496’da vaftiz edilmesiyle doğan Fransız halkıdır, bir halkın ruhu demek olan bu sönmez alevi, neredeyse bin beş yüz yıldır taşıyan.”

“Dış” korkusu (7) Milliyetçilik üzerine notlar

Titanların Düşüşü, Hollandalı ressam Cornelis van Haarlem’in 1588-90 dolaylarında yaptığı bir tablo. Halen Kopenhag’daki Devlet Müzesi’nde. Konumuzla ilgisi? Eski Yunan mitolojisinde olduğu gibi modern milliyetçiliklerde de, önce kötüler, devler, kentaurlar, başka korkunç yaratıklar var. İster Olimpos tanrı ve tanrıçaları, ister sonraki bütün kahramanlar (Harry Potter dahil), yeryüzünü bunlardan temizleyip bizi düşmanlarımızdan kurtarmaya yarıyor.

“Dış” korkusu (6) Soykırım inkârını BM temsilcisiyle yasaklamak

Bu dizi, çeşitli tarihsel ve teorik boyutları kurcalaya kurcalaya tıngır mıngır uzarken, anlatmak istediğim hemen herşeyi kapsayan taptaze bir örnekolay çıkageldi Bosna’dan. Oysa ben daha milliyetçilik sorunları ve varyantlarını yazmamıştım. Ama o kadar çarpıcı ve yakıcı ki. İster istemez bir parantez açıp araya alıyorum.

“Dış” korkusu (5) Marx’ın Marksistliği, Âkif’in Leninistliği

Sürekli işgal ve iğfal endişesi, Batıdan gelen her şeye karşı Reaksiyonist [Tepkici] bir duruş, tamamen uydurma mı? Çarpıtılmış da olsa belirli bir sosyo-kültürel gerçeklik temeli var mı? Otoriter milliyetçilikler sıfırdan mı icat ediyor, “yabancı güçler” hortlağını? İki gün önce (4) Modernite ile karşılaşmalar’da bu zemini kurcalıyordum biraz. Bir yandan da düşünüyordum; ben bunları bir yerde okudum mu? Hem tek tek bazı cümlelerimi, hem ana fikri, işin bütünsel esprisini nereden hatırlıyorum acaba?

“Dış” korkusu (4) Modernite ile karşılaşmalar

Modernite ile emperyalizmi ayırdetmek niçin zorlaşıyor? Özellikle “hiçbir şey almayalım”cı muhafazakârların, kültürel değişimi hemen sırf şiddete ve sömürgeciliğe bağlayarak “dış”tan geleni toptan kötüleyip reddetmesinin zemini nasıl doğuyor?

“Dış” korkusu (3) Öldürücülük halkaları

Vahşi veya yerli dediklerimizin yapabileceği her şey, çok daha yüksek düzeyde örgütlü karakteri ve meşum planları, uzun vâdeli stratejileri, bu uğurda hatırı sayılır kaynaklarını seferber edebilme kapasiteleri ile devletlerin erişebileceği kötülük düzeyinin çok gerisinde kalır. Devlet aklı deyip duruyoruz; çok mu matah sanıyoruz? Biraz da budur, önemli ölçüde budur işte. Limitte soykırım, modern devlete özgü bir marifettir.

“Dış” korkusu (2) Hayvanlardan insanlara

Üçüncü Reich’ın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’i görüyorsunuz, 1937’de Dejenere Sanat sergisini gezerken. Yüzünde kibirli, müstehzi bir küçümseyiş. 1950’lerde Sovyetlerde Jdanovculuk, ABD’de McCarthycilik, hep aynı anlayışı yansıtıyor.

“Dış” korkusu (1) Kuzey Kore’nin özel halleri

Çağımız hakkında çok şey söyleyen iki resim. Üstte, hayatını ülkesinin rehafı ve halkının mutluluğuna adamış bir devrimci lider. Altta, bir Güney Kore müzik grubu. Ne korkunçlar, değil mi? Üzerlerinden melanet akıyor. Burjuvazinin şekere bulanmış kurşunlarını simgeleyen karşı-devrimciler. Bizim temiz medeniyetimize bulaşmaması gereken mikroplar. Emperyalizmin, kapitalizmin ajanları.

Dmitri Şostakoviç ve Halim Spatar

Aşağıdaki çalışma bundan bir buçuk yıl öncesine ait. Halim Spatar 12 Nisan 2013’te aramızdan ayrılmıştı. Ölümünün sekizinci yıldönümü yaklaşırken, anısına bir kitap çıkarma fikri doğdu. Ona katkım olsun dedim. Sonra o proje akim kaldı. Beklettim, ama kendi başına yayınlamanın anlamlı bir vesilesini de bulamadım. Derken, Eski Tüfekçilerden bir diğerinin ölümü ve “Faika ablanın ardından” diye yazdıklarım, beni tekrar o duygu ve düşünce platformuna götürdü. Zamanı geldi diye düşündüm. Gerçi normal bir Serbestiyet yazısının belki on katı uzunlukta. Ama önce burada çıksın; sonra belki kendine başka bir yer de bulur. 2020 Nisan başlarında “son metin” diye not düşerek yolladığım haliyle sunuyorum.

Önsezi

Bir türlü ayrılamadım Emily Dickinson’dan.

Tecrübe

Bu şiiri çok sevdim. Beni içine çekti. Gizeminden çıkamıyorum.

Faika ablanın ardından

İzmir’de, Cumhuriyet Meydanı’na ve Atatürk heykeline bakan, doğup büyüdüğüm eski Akdeniz Apartımanı’nın terasında, belki tam 1951-52’de çekilmiş bir fotoğraf. Arkaplanda körfez; uzakta Bayraklı. Önde, ortada İlhan amcam, yanında eşi Solmaz ablam, bir de ben (dört beş yaşımda). Arka ortada dedem Halil Namık Berktay; bir yanında (solda), Solmaz ablamın büyüğü Güler abla, diğer yanında (sağda) Faika abla. Solculuğun birleştirdiği üç dört ailenin mensupları. Dedemin sevecenliği, sahiplenmesi hepsini sarıp sarmalıyor. Ama şimdi bir ben kaldım hayatta.

Pis ahlâksız yalancılar

Sırf bu cümleden ibaret bir yazı yazsam.

Mektup

Her büyük ideoloji, her politik akım önce kendi illüzyonunu, sonra kendi uyanışı ve hayal kırıklığını yaşar.

My one “Jerusalem Day” (*)

Arrogantly flaunting its contempt for all international norms and world public opinion, the Israeli army has been engaged for more than a week in a latest round of savagery against Palestinians in the Gaza Strip. Meanwhile, in several cities Jewish right-wing mobs have been mindlessly attacking Israel’s own Arab citizens in a scary outbreak of what could escalate into local-level ethno-religious warfare.

Under bombardment

The Israeli army keeps mercilessly shelling and bombing Gaza City and the entire Gaza Strip. What does it mean to live under it all the time? Look at the above picture of a Palestinian woman and her child who have taken refuge in a UN school. Do we really know what bombardment means?

Himaye ve haraç; savaşçılar ve köylüler; mafyalar ve marinalar

Günlük siyasete girmek istemiyorum ama dayanamıyorum, ucu tarihe dokununca. “Bugün eğer mafya buraya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır.” Ya ne olurdu o takdirde? Ne değişirdi? Yalıkavak marinasının himaye haracı ve sair rantları şimdi kime kaldı? O zaman kimden kime geçerdi?

Siz hiç “Kudüs Günü”ne içerden tanık oldunuz mu?

İsrail güvenlik güçlerinin Filistin ve Arap halkı üzerinde estirdiği, insanlık vicdanını hiçe sayan ve Mescid-i Aksa’dan Gazze Şeridi’ne tırmanan son vahşet dalgası, tesadüf sayılamayacak bir şekilde, iyice kanırtır ve burun sürtercesine, Kudüs Günü’nün hemen öncesinde başladı.

Anatolia (2)

Back to this matter of how the Turkish tribes, pouring in over Azerbaycan in the 11th century, might have come to talk admiringly among themselves of “ana+dolu,” a land full of mothers, giving rise to the word “Anadolu.”

Anatolia (1)

From that evening table, the famous “sofra” of Kemalist lore and legend, a virtual hysteria rose and spread to the rest of the elite. Such spasms have marked many hyper-nationalist dictatorial cultures. The time, too, was auspicious: Fascism and Nazism were on the rise; Mussolini had already come to power in 1922, and Hitler was about to do so in 1933. Trolls flourished, and some unbelievable etymologies were concocted, all the way to Ancient Greek gods and goddesses.

Anadolu, Babadolu (2)

Nerede kalmıştık? Türkler 11. yüzyılda Azerbaycan üzerinden bu topraklara girmişler; geldikleri diyarlara kıyasla anaların buradaki bolluğuna çok şaşırmış ve hayran olmuşlar; bu yüzden ana+dolu = Anadolu demişler; öyle mi?

Anadolu, Babadolu (1)

Hayır. Yok böyle bir şey. Maalesef birilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yanlış, hem de çok yanlış bilgilendirdiği anlaşılıyor. Gerçek şu ki, 11. yüzyılda geldikleri bu diyara bir tek isim kaldı Türklerden. O da kendi adları. “Türklerin ülkesi.” Türkiye.

Monsters

How far can fanaticism go? To what extent can unquestioning devotion to a cause take over and command a degree of ruthless, pitiless, remorseless, unfeeling, unreasoning cruelty that lies beyond the pale of what we normally consider as human behavior, and which therefore we still cannot find the proper words to describe?

The last days of the Third Reich

And then there were new ideologies of mass murder, of superior and inferior races (or subhumans), which had been missing from WWI. They led to savage treatment of civilians under both Axis and Soviet occupation. They led to camp systems. They also led to the Holocaust.

A new beginning

I haven’t been able to contribute to Serbestiyet since 24th January. It was a combination of several things. Too tired. Too busy. Looking for fresh ideas.

Dersim ve Sincan

Mamak’taydım. 1972-74’te, 28. Tümen’in içindeki askerî cezaevinde. Bir ara “Dev-Genç koğuşu”nda kalıyordum. Çoğunluğunu esas Dev-Genç dâvâsında yargılanan gençler oluşturduğu için, böyle anılıyordu.

Demokrasinin kalpsizleri

“Yatay, sivil şiddet” yanlılarından söz etmiyorum. Önce sözel ve şimdi fiziksel şiddeti köpürtenlerden. İktidarın büyük ortağını giderek gayrimeşru bir zemine çekmek isteyenlerden. Bu uğurda toplumun tepkilerini sınayanlardan. Rakiplerine karşı silâh ve sopayı ne kadar devreye sokabileceklerini adım adım deneyenlerden.