Bütün bu şartlar altında İttihat ve Terakki -elbette ki- bir kurtuluş gibi görülmekte; Meşrutiyet, onca zamanın özgürlük açlığının ve her derdin çaresi sayılmaktadır. Oysa günü geldiğinde bunlardan da büyük bir sukut-ı hayale uğraması uzun sürmez Ahmet İhsan’ın (bu gibi adamlar kimseye yaranamamakla marufturlar!); İttihat ve Terakkicilerin sadece ittihatçı olduklarını, hiçbir şekilde terakki gibi bir dertlerinin olmadığını söyler.
Filmi görmediyse, filmde insanlığın çocuk yapabilme yeteneğini kaybettiğini söylemem gerekecekti. Biz, (var mı, yok mu belli olmayan) ilişkimiz, çocuk; ürktüm. Halbuki devamını da planlamıştım.
Dün gece okuduğumda, iki şey geçti aklımdan. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan bir bakıma kendi kendisiyle de konuşuyor gibi geldi. Dört yıl önceki sorusu veya tavsiyesine şimdi kendisi cevap veriyor. 2016 Şubat sonlarında “Onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Direnseydi AYM’nin verdiği karar boşa çıkabilirdi” demişti. 14 Ekim 2020’deki yankısı “demek ki [yerel mahkeme] atabiliyor böyle bir adımı” şeklini alıyor.
Babacan’ın mesajlarını artık daha net ve daha güçlü bir şekilde dillendirdiğini kaydetmek gerekir. Zaten son derece gerilmiş olan siyasi atmosferde halkın sakin bir üsluba daha fazla kredi açacağı kanısındayım. Bu bağlamda Babacan’ın ateşe benzin dökmekten imtina eden tavrının da toplumda bir karşılığı olduğunu düşünüyorum.