Askeri darbelerin normal karşılandığı ülkelere baktığımızda, daha çok demokrasinin yerleşmediği, çok partili rejimlerin istikrar sağlayamadığı, ekonomisi geri ülkeleri görüyoruz. 15 Temmuz 2016’daki son darbe girişimi, yenilgiye uğrasa da darbe kavramını hayatımıza yeniden sokmuş oldu. 27 Mayıs’ı gerçekleştirenler, destekleyenler, hâlâ 'olumlu' bulanlar, onu 'gericiliğe karşı bir müdahale' olarak kabul ediyorlar.
Binali Yıldırım Başbakan iken kabul ettiği bir KKTC heyetine “bizde ne varsa sizde de aynısı olacak” demişti. Meselenin bam teli bu cümlede saklı. Kıbrıslı Türkler bayağı bir tedirgin olmuşlardı bu açıklama üzerine. Çünkü tarihsel süreçte Türkiye’de ne varsa Kıbrıs’ta da aynısı yaşanmıştı.
Modernliğin krizini en fazla ‘hisseden’ kurumun ‘milli ordular’ olduğu söylenebilir. Üstelik günümüzde modern ordunun askeri işlevi devam etse de fikirsel/felsefi zeminde devri doluyor. İdeolojik temsil gücü ve yeteneği hızla zayıflıyor. Bu da siyasetin alanını genişletiyor ve askerlerde siyasete daha sık, rutin, kurumsallaşmış müdahale ihtiyacı uyandırıyor.
Muhalefetin değişik kimlikler, değişik kültürler, değişik beklentiler içindeki toplum katlarını temsil ediyor olması, yeni bir uzlaşmanın yolunu açabilir mi? Muhafazakar kökenli, merkez sağ tandanslı, sosyal demokrat söylemli partilerle, Kürtlerin, Alevilerin, dindarların, laik modernistlerin belli bazı asgari müştereklerde birleşmesi mümkün olabilir mi?
Adalı cinayetinde bugüne kadar Çatlı’nın adı geçmişti ama Korkut Eken’in adı geçmemişti. Eken, cinayetin işlendiği 1996 yılında o sırada İçişleri Bakanı olan Ağar’ın davetiyle Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalışan emekli bir yarbaydı. Peker, ikisinin odasının karşı karşıya olduğunu söylüyor. Eken’in bir özelliği daha var. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmıştı ve adada görev yapmıştı. Adalı cinayetinde adı geçen ama hakkında bir delil bulunamayan Albay Orhan Ceylan’la da Kıbrıs’ta birlikte çalışmışlardı.