Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanında açtığı ve İsrail’i soykırım suçundan mahkûm ettirmeye yönelik davaya uzun bir bekleyişten sonra iktidar müdahil olmaya karar verdi ve gerekli dilekçeyi Divana geçtiğimiz hafta takdim etti. Ancak Divan Tüzüğünün 63/2 Maddesinin Divan kararlarının müdahil ülkeler için de bağlayıcı olduğunu belirtmesi dava hakkında alınabilecek kararın Ermeni soykırım iddialarına destek teşkil edeceği endişesine yol açtığı anlaşılmaktadır. Gecikmenin bir nedeni de bu olabilir.
Lozan Antlaşması, 1921 Anayasasının yürürlükte olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. İster meclis tarafından ister asker tarafından yazılsın, Türkiye’de sonradan yapılan hiçbir anayasa 1921’deki “kurucu iktidar” tarafından yapılmış olan anayasanın özüne ve ruhuna aykırı olamaz. Darbe anayasası olarak bilinen 1982 anayasasın meşruiyeti, 1924 anayasasından farklı değildir. Nasıl ki 1787 tarihli Birleşik Devletler Anayasası’nın federatif yapısını bozacak bir değişiklik yapmak mümkün değilse, 1921 Anayasasının özü ve ruhundan saparak, Kürtlere mahalli yönetim ve ana dilde eğitim hakkı tanıyan hükümlerin, yeni anayasalar yapmak yoluyla ortadan kaldırılması meşru değildir.
Futbol oyunun temel besini pastır. Pas kalitesi bu kadar düşük olunca, hocanın tasarladığı oyunu okumak da mümkün olmaz. Maç başlamadan önce ekrana yazılan dizilim 4-2-3-1 şeklindeydi. Reel oyunda bunu görmek mümkün olmadı. Dolayısıyla alan kat etmek için topun nasıl dolaşacağına tanık olamadık. Defansın direnç merkezini, rakip ceza sahası çevresine inmeden ateşli meşalesini göremedik. Defans topu kazanmak yerine topu uzaklaştırmak için aktif rol aldı. Hiç kimse kusura bakmasın bu defans filan değil. Bu defansif oyun hiç değil. Çünkü uzaklaştırma vuruşları oyun kurucu olamaz. Orta saha ve hücum vasatın altında kaldı. İlk maçı diyelim ve ikinci maça daha umutla bakalım.
Sporun olağanüstülüğünden söz etmiştim (6 Temmuz’da). Bu da insan yaratıcılığının bir diğer alanı, demiştim: Kişi bedeninin limitleriyle karşı karşıya. Yıllarını verip kendini aşmaya çalışıyor. Mükemmel, her yerde mükemmel. Şiirde de, resimde de, müzikte de… ve 1.41:19’da koşulmuş bir 800’de de (Wanyonyi), ciridin 92.97’ye fırlatılmasında da (Arshad Nadeem), 6.25’teki çıtanın geçilmesinde de (Duplantis). Gene her alanda olduğu gibi, bunun da hem üreticileri, hem tüketicileri var. Biri olmazsa diğeri de olmaz. Romanlar okuyucularına, besteler dinleyicilerine, atletler de seyircileri ve taraftarlarına muhtaç.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ev zencisi” tabiriyle, sanıyorum ki, Instagram’ı ya da genel olarak Batı’yı efendi olarak bellemiş, kendi kararlarını alabilecek kadar bile basiret sahibi olmayan, küçük çıkarlarına düşkün bir insan profilinden bahsediyordu. Bu profilin karşısında devletin bizim için en iyisini bildiğine dair bir güven taşıyan bir başka insan profili var. İkinci profildeki insanların “ev zencileri”nde bulunmayan bazı özellikleri olduğunu düşünmeden geçemiyoruz: özgürce kendi kararlarını alabilen, inisyatif sahibi, gerektiği yerde, masaya elini vurup itiraz edebilen, ilkeleri her zaman çıkarlarından önce gelen, Malik el Şahbaz kardeşimizin tarif ettiği gibi "Başkanımız," "hükümetimiz," "Senatomuz," "kongre üyelerimiz," "şuyumuz, buyumuz." diye konuşmayan, toplumsal menfaatlerimizi düşünürken bile alabildiğine bireyleşmiş insanlar bunlar, demek ki.