Vahap Coşkun
Sosyolojiye ayak uyduramamak (*)
Uzun süren AK Parti iktidarında okullaşmada, orta sınıflaşmada ve şehirleşmede önemli adımlar atıldı. Sonuçta 2002’den farklı bir AK Parti sosyolojisi ortaya çıktı. İstanbul Sözleşmesi etrafında koparılan fırtına ve buna verilen tepkiler, AK Parti’nin değişen sosyolojisine ayak uydurmadığının bir karinesi.
CHP’de ‘İnce’ sızı! (*)
Kendine güvenenleri hayal kırıklığına uğratan, tarihi bir şansı bozuk para gibi harcayan ve akabinde de toplumun genelindeki menfi algısını tamir edecek bir performans sergileyemeyen İnce’nin, muhalefeti omuzlayabileceğini ve kitleleri peşine takabileceğini düşünmek, ham bir hayal.
İlham kaynağı bir “deli”
Başarı eğer salt şampiyonluklarla belirlenecekse Marcelo Bielsa, aşağıda bahsi geçenlerle kıyaslandığında çok “başarısız” bir hocadır. Zira 1991’de başlayan uzun hocalık tarihinde, 2020’ye gelinceye kadar, sadece bir kez (2004’te Arjantin’i Olimpiyat Şampiyonu yaparak) şampiyonluk kürsüsüne çıkabildi. Fakat zaferlerden hep uzak kalsa da o futbola çok derinden tesir etti. O yüzden, Sabella’nın da işaret etiği gibi, Bielsa’nın değeri sonuç eksenli bir bakışla anlaşılamaz.
Roller değişirken (*)
AK Parti ile CHP arasında roller değişiyor. AK Parti giderek devletleşip toplumdan uzaklaşırken CHP merkeze oturmak için daha fazla mesai sarf ediyor. Bunun iktidar-muhalefet dengesinde bir sarsıntı yaratması kaçınılmaz.
15 Temmuz: Heba edilen fırsat (*)
15 Temmuz şerrinden bir hayır çıkarmak mümkündü. Lakin iktidar, muhalefeti bastırarak ve “istediği kararları veren tek kişilik bir hükümet” modeli kurarak, bu çok kıymetli tarihi fırsatı heba etti. Yazık oldu!
Muhalefetin tuşları ve iktidarın sıkıntısı (*)
İktidarın Ayasofya’yı camiye dönüştürmesine karşı başta CHP olmak üzere muhalefetin aldığı tavır laik-seküler bazı aydınlar tarafından sert bir biçimde eleştiriliyor. Muhalefetin güçlü bir itiraz...
Dokunduğunu altına çeviren bir büyücü
Futbolculuğu muhteşemdi, gelmiş geçmiş en iyi futbolculardan biriydi. Hocalığı da muhteşem oldu. “Yıldız futbolcudan iyi teknik direktör çıkmaz” klişesini paramparça etti ve daha dört yılı doldurmadan adını en iyilerin arasına yazdırmayı başardı.
Davutoğlu ve Kürt meselesi
“Suriye Kürtleri ile çok daha yakın ve çok daha rahat irtibat kurabilecek iken, bugün Suriye’de bize karşı Kürtlerin hamiliğinin bazı yerlerde Rusya, bazı yerlerde ise ABD tarafından üstlenilmiş olması en büyük ayıbımızdır. Bu ayıp bize yeter!”
Metal yorgunluğunun ötesi (*)
MetroPoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin “Türkiye’nin Nabzı: Haziran 2020” başlıklı raporuna göre muhalefet kanadında seçmenlerin partilerine olan bağlılıkları yükselirken, iktidar ortaklarının seçmenlerinin partilerine olan bağlılıkları giderek azalıyor.
Davutoğlu ve Çözüm Süreci
Davutoğlu, Çözüm Süreci’ni tamamına erdirme iradesinin göstergesi olarak çok sayıda örnek sıraladı. Bunlardan biri de kayyum tekliflerine ilişkin tutumuydu. Başbakanlığı esnasında birçok kez belediyelere kayyum atanma önerisinin önüne geldiğini ama siyasi rakipleriyle demokratik mücadele dışında bir yolla mücadele etmeyi zül addettiğinden, bunu elinin tersiyle ittiğini söyledi.
Davutoğlu siyasetinin beş ayırım noktası
AK Parti, kapsayıcılıktan uzaklaştıkça, dışlayıcılığının tonu yükseldikçe, daralan bir mahalleye yöneldikçe, tevil götürmez işlere daha fazla imza attıkça, aralarında muhafazakâr kesimin önemli isimlerinin de bulunduğu mensuplarının bir kısmını “otoriter bir klan İslamcılığını” savunmaya mecbur ediyor.
Kırmızılar kazanınca biz de kazanmış sayıldık! (*)
Öyle ki bir gazeteci ona “Hemen ikinci sorumu sormak istiyorum. Çünkü bir daha bu şansı yakalayamam. Size sarılabilir miyim?” diyecek yakınlığı bulabiliyor. Klopp da önce “Bu, duyduğum en iyi ikinci soru” gibi harika bir giriş yapıp arkasından masadan kalkarak o gazeteciye sarılabiliyor.
“O sene” nihayet “bu sene” oldu!
Mükemmel bir takım Liverpool; her bir hattı, her bir oyuncusu ayrı bir takdiri hak ediyor. Kalecisi güven veriyor. Savunması sağlam duruyor, kurucu ve yaratıcı işlere imza atıyor. Orta sahası dinamo gibi işliyor. Forveti göz kamaştırıyor.
Üç parçalı muhalefet (*)
Peki, muhalefet bu zorlukları aşabilir mi? Bir mutabakata varabilir mi? Muhalefetin üç parçası, iktidarın karşısına bir bütün olarak çıkabilir mi? Zannımca cevabın ne yönde teşekkül edeceğini belirleyecek üç kavram var: İhtiyaç, sorumluluk ve cesaret.
Ne herkes kör, ne de âlem sersem!
Nitekim Fatih Altaylı bunu yaptı; kamu yararı varsa gazetecilerin herkesle konuşabileceğini düşündüğünü ve bu bağlamda Habertürk’ün HDP’lileri konuşturmamaya dönük kararını doğru bulmadığını belirtti.
Ahlâkî zafiyete karşı topyekûn mücadele (*)
Siyasi kutuplaşmanın artmasına bağlı olarak, kendisini siyasi bir mücadelenin tarafı olarak görenlerde kendini ahlâkî kurallarla bağlı sayanların oranı azalıyor. Keskin bir ahlâkî zafiyete işaret ediyor bu hal ve maalesef siyasi yelpazenin tümünde var. Fakat madem genel bir sorun var, buna karşı mücadele de genel olmalı. Bu tür davranışlar amasız-fakatsız kınanmalı, lânetlenmeli ve küfür sahipleri hiçbir biçimde kendilerine müsamaha gösterilmeyeceğini anlamalı.
Sokağa düşmüş muhalefet (*)
HDP herkesin hesaba katmak zorunda olduğu bir sosyolojinin üzerine oturan ve onu temsil eden bir parti. Mamafih, yalnız bir parti. Kimse onunla yan yana görünmek istemiyor. Kamusal alanda herkes HDP ile arasına bir mesafe koyuyor. Bir ilişki kurulsa bile, bu ilişki örtük bir şekilde yürütülüyor.
Şükür kavuşturana!
Eskiden bir futbolcu bir maçı 5-6 km ile tamamlıyordu. Oysa şimdi 11-12 kilometreden aşağı koşan futbolcuları neredeyse dövüyorlar. Keza, maç trafiği de eskisiyle kıyaslanmayacak derecede arttı. Oyuncu değişikliğini üç ile sınırlamak, birçok kulvarda mücadele eden takımları takımları zorluyor. Bunlar 5 değişiklik hakkının kalıcılaşabileceğine işaret ediyor.
O vekiller AK Partili ve MHP’li olsaydı? (*)
Eğer kesin kararların Mecliste okunması Anayasa ve İçtüzük’ten kaynaklanan bir mecburiyet ise, neden bahse konu kararlar hemen işleme konulmadı da Berberoğlu örneğinde neredeyse iki yıl, Güven ve Farisoğulları örneğinde neredeyse bir yıl bekletildi? Meclisi birden harekete geçiren sebep nedir?
Bile bile lâdes (*)
Yersiz bir korkudan ötürü CHP hukuki bir garabete siyasi olarak arka çıkınca, HDP hariç muhalefetin tamamı, dokunulmazlıkların kaldırılması noktasında iktidarla buluştu. Dokunulmazlıklar kaldırıldığında ise, doğal olarak, mahkemenin önüne iktidarın değil muhalefetin vekilleri çıktı.
Muhalefet ve siyasî aklın gereği
Bir, kamuoyunda bu tür tartışmaların, taraf olan partilere zararının dokunacağına dair bir kanaat var. İki, partilerin tabanları böyle polemiklere girilmesine taraftar değil. Ve üç, araştırmaya katılanların yaklaşık yarısının bu tartışmaya ilişkin sorular hakkında bir fikir dile getirmemesi dikkat çekiyor.
Sıradanlaşan işkence (*)
Düşünün; polis, yakaladığı birine işkence yapıyor, işkenceyi kayda alıyor ve kaydı da kendisini bağlı hissettiği bir siyasi partinin milletvekilinin danışmanına gönderiyor. Milletvekili danışmanı da bu kaydı hiç çekinmeden yayınlıyor, hattâ övüyor. Başlarının hukuken bir belaya girmeyeceğinden eminler. Yaptıklarını gizleme gereği duymuyor ve işkenceyi bütün toplumun gözüne sokmaktan imtina etmiyorlar.
Tüpten çıkan macun (*)
Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin kurulmasının iktidar cenahında bir endişe ve korku yarattığı şüphe götürmez. Bahçeli’nin her iki partiye cepheden saldırması boşuna değil. Davutoğlu ve Babacan’ın sahaya inmesi, AK Parti’nin muhafazakâr-dindar kimliği temsil etme tekelini kırdı. Her iki aktör eleştirilerin dozunu artırdıkça, bu kesimde iktidarın uygulamalarına ilişkin şüpheleri çoğaltıyor ve itirazları büyütüyorlar.
İktidarın ekmeğine yağ sürmek (*)
Bazen İYİ Parti’nin Millet İttifakı’ndan kopup Cumhur İttifakı’na katılacağı yönünde haberler ve yorumlar çıkıyor. İYİ Partililerin bazı demeçleri de bu tür haber ve yorumları destekleyici bir işlev görüyor. Lâkin iki faktör böyle bir değişimi imkânsıza yakın derecede zorlaştırıyor. Biri, Bahçeli’nin ve MHP’nin varlığıdır. Diğeri ve daha mühimi, İYİ Parti seçmeninin sosyolojisidir.
Bir susturucu olarak darbe iddiaları (*)
Cumhur İttifakı, kamusal alanda sadece kendi istediği seslerin çıkmasını istiyor. Muhalefetin bütün argümanlarını gayri-hukuki ilân ediyor; bunların kamuoyunda konuşulması ve tartışılmasını engellemeye, muhalifleri sessizliğe mahkûm etmeye çalışıyor. Bu bağlamda Davutoğlu’nun “susturucu” metaforunun olan biteni çok iyi resmettiğini düşünüyorum.
HDP ve Sancar (*)
Dönemin koşulları ve ruhundan ötürü HDP’nin seleflerinin bütün yoğunluğu Kürt meselesine hasredilmişti. HDP için de Kürt meselesi temel sorun; buna şüphe yok. Ancak HDP, salt Kürt meselesini temsil eden bir parti olmakla çözüme varılamayacağı kanaatini taşıyor.
HDP: yüzleşme ve inşa (*)
PKK ve şiddeti HDP’nin elini kolunu bağlıyor. PKK’den ötürü, HDP kimse ile resmi bir işbirliğine giremiyor, siyasi pazarlık yapamıyor, kritik önemdeki gücünü kendisi için kullanamıyor. PKK’nin varlığı, hem HDP’ye dönük siyasi baskıları ve gayri hukuki işlemleri normalleştiriyor, hem de HDP’nin ortaklık kurulan, birlikte çalışılan ve sözü kamuoyunda makes bulan bir siyasi parti olmasını önlüyor. Normalde HDP’nin hareket kabiliyetini azamiye çıkartacak bütün olanakların önünü tıkıyor, içini boşaltıyor ve HDP’yi işlevsizleştiriyor.
Muhalefet artık koyun güdebiliyor (*)
Aradan geçen sürede merkez, AK Parti’yi kendine çekti. Daha önce Demokrat Parti ve Anavatan Partisi’nde de görüldüğü üzere, bu kez merkezin değerlerini AK Parti topluma dayattı. Böylece, çevredeyken özgürlük ve eşitlik söylemlerini dilinden düşürmeyen AK Parti, merkezde yasakçı ve vesayetçi bir kimlik edindi.
Politik körlük (*)
1987’de Özal ve ANAP gibi, 31 Mart 2019 yerel seçimlerine de AK Parti en iyi hizmeti kendisinin üretebileceği iddiasından ziyade halkın gözünü korkutarak girmeyi yeğledi. Lâkin bu siyaset önemli oranda ters tepti. AK Parti, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, oluşturduğu iktidar ağını korumak açısından hayati derecede önem atfettiği birçok merkezi kaybetti. 31 Mart’ın yarattığı tablodan AK Parti’nin okkalı bir ders çıkarması gerekirdi.
Tencerenin kapağı açıldı (*)
İstifa krizi, mevcut hükümet sistemiyle doğru ve işlevsel bir yönetimin mümkün olamayacağına dair zaten var olan kanaatin daha da pekişmesini ve yaygınlaşmasını sağladı. İktidar, karşı karşıya kalınan bir krizi idare edemediğini ve bunun da bir siyasi sorumluluğa tekabül ettiğini kabul etmek durumunda kaldı.