Muhafazakarları, mesela Numan Kurtulmuş’u Kürt meselesinde daha kapsayıcı ve açılımcı yapan nedir? 2009’da Kürtçe televizyonu neden muhafazakarlar açabildi? Sert bir güvenlikçi 10 yıldan sonra yolları nasıl yeniden çözüm sürecine çıkabiliyor? Neden bu kapsayıcılık bir Kürtçe tweetten bile rahatsızlık duyan laik- ulusalcı muhalif kesimlerde yok? Bu sorulardan kaçmanın kimseye bir faydası yok. Açık ki Kemalist Türkiye hayaline Türkiye’nin nüfusunun çok önemli bir kısmı giremiyor. İmamoğlu zorlasa bile o kapılar da açılmıyor, nöbetçiler kimseyi yaklaştırmıyor. Muhafazakar iktidar TRT Kürdi açmışken, TBMM hesabındaki birkaç Kürtçe cümleye takılan muhalifler bu yüzden bir alternatif olamıyorlar
Bir dile düşmanlık yapanlar hakiki medeniyet düşmanlarıdır. Kürtçe, Türkçe (ve hatta Arapça) gibi ve onun yanısıra bu ülkenin bir anadilidir. Kürtçe, Kürtçe'ye dil uzatan herkesten daha yerli, daha kadim, daha buraya aittir.
Kıbrıs’ta yaşayanlar Türk’tür, ama aynı zamanda Kıbrıslıdır. Bizimle ortak bir tarihleri vardır. Kıbrıs’ta var olabilmek açısından Türkiye ile kader birliği etmişlerdir. Bununla birlikte, aynı zamanda kendilerine ait bir tarihleri de bulunuyor. O geçmişi de önemsiyorlar. Anglo-Sakson kültürünü, Kıbrıs Rumlarıyla yüzlerce yıl bir arada yaşamış olmanın getirdiği acı tatlı hatıraları unutmuyorlar.
Mustafa Kutlu sürekli bir arayışta ve bir şeyleri gösterme ihtiyacındadır. Nedir peki bu ihtiyaç? Basitçe
söylemek gerekirse gerçek bir dindarlık arayışındadır ve bunu bugünde ve İstanbul’da bir türlü
bulamamaktadır. Abdülaziz hocaya şöyle söyletir: “Müslüman benim diyen çok. Daha mühimi ‘günümüzde İslam’ nasıl yaşanacak? İş burada çatallanıyor.”
Bütün istediği “sonsuza dek heykel yapmak”... Ama heykel yapması da yasak. Hem kadın, hem de çıplak “insan sureti” yapıyor zira. Ardından insansız, heykelsiz, 30 yıl... Mektubunda çığlık atıyor çifte yoksunluğu: “Bir insan dokunma duygusunu yitirdiğinde ölüyor biliyor musun? Yerine konulamayacak tek duygu bu: Dokunma…” Uzak bakışlı kadınlardan, “keder basınca bilhassa hatırlanan”. Bilhassa hatırlanıyor; heykel deyince de sicilimiz, sabıkamız anı olamayacak kadar taze.