Amedspor, sadece bir futbol kulübü değil, aynı zamanda bölgenin sosyo-kültürel dinamiklerinin bir yansıması ve toplumsal barışın önemli bir sembolüdür. Barış sürecinin ruhuna uygun olarak, kulübün demokratik, şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde yeniden yapılanması hem sportif başarıyı hem de toplumsal birliği güçlendirecektir.
Müstafi amiral Cihat Yaycı, bu aralar yine her gün TV’lerde. PKK’nin kendini fesh etmesinin nasıl büyük bir ihanet projesi olduğunu anlatıyor. İsminin başında bir de doktor titri var. 2004 yılında Deniz Kurmay Binbaşı rütbesindeyken İstanbul Üniversitesi’nde yapmış doktorasını. “Irak’ta Ekonomik-Sosyal Dönüşüm ve Türkmenler” başlıklı doktora tezini meraktan okurken bazı cümleleri Google’lamaya başlayınca karşıma intihalin her türlüsünden yapılmış bir copy-paste tez mucizesi çıktı.
Bazı insanların yokluğu o şiirdeki gibi: “Kesilmiş bir kol gibiydi /Omuz başımızda boşluğun”… “Uzuv” kaybı. Sözlük anlamıyla, vücudu, ondan öte bir hayatı meydana getiren, hatta “vücut”ta, o yaşamda belli görevleri, işlevleri de olan parçalardan biri. Artık yoksa… Birlikte yaptığın şeylerde çolak, birlikte gittiğin yerlerde topal, hatıralarında yalnız kalıyorsun. Tanıksız da… De ki hepsi “yalan” hatıralar.
Trendeki Kırım Tatarları, Türkiye topraklarına büyük bir umut içinde girmişlerdi. Edirne’den itibaren tek umutları, vagonların havalandırma pencerelerinin açılması ve bu sırada vagonlardan atlamaları halinde Türk yetkililerinin kendilerine yardım edeceğine dair inançlarıydı. Edirne’den Kars’a doğru tren yol almaya başladığında maalesef ne kapılar ne de pencereler açıldı. Tren Kars’a doğru yaklaşırken, Tatarların vagonlarda bulunan muhafız askerlere, “Ne olur bizi vurun, Ruslara teslim etmeyin” çığlıkları yükseliyordu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı; bir süre sonra performanslarıyla mücadeleyi kazananlar, referans sahiplerine özendiklerinde devşirildiler, performans referans sahiplerinin kazanç hanesine yazıldı. Bunun sebebi biz İslamcılar da diğerleri gibi temel gerilimin toplum/halk ile laik/seküler aydınlar arasında olduğunu düşünmemizdi. Yanlış teşhisimize göre sorun “laiklikte/sekülerlikte” düğümleniyordu, bu yanlıştı, sorun tamamen “aydın”da idi. Bu yanlış teşhis Müslüman zihnini millileştirdi/milliyetçileştirdi ve halkın hayat tarzını ve taleplerini masum ve hatta hakikatin kaynağı görme hatasına düşürdü.