Otoriterliğin sistemleştiği siyasi koşullarda kalıcı değişimlerin ancak toplumun aktif özne olduğu durumlarda gerçekleşebileceğini düşünenler için sevimsiz bir hakikatle karşı karşıyayız: Toplum bunu yapabilecek güçte değil, dolayısıyla kendine güvenmiyor ve topluma “ama sen de benimle geleceksin” bile demeden öne atılacak bir ‘kurtarıcı’ lider arıyor… Böyle bir lider zuhur etmeden toplum potansiyel gücünün farkına varmayacak ve o güç kuvveden fiile çıkmayacak.
Amedspor’un tek yanlı oyunu, sahaya su ve yabancı madde atan kimi taraftarların düzeyine “şıp” diye kalıp gibi uygun düşüyordu. Maça ve sahaya bu kötülüğü...
12 Mart döneminin THKO’suna, THKP-C’sine, TİİKP’sine, TİKKO’suna kıyasla hem çok daha ciddî ve sabırlı, hem çok daha zalim, katı ve hunhar davrandı Apocular, silâhlı mücadele konusunda. Öyle gidip hemen dağa çıkmadılar. Uzun bir kuruluş ve örgütlenme sürecinden geçtiler. Çevrelerini bütün olası rakiplerinden, her türlü “yabancı” unsurdan öldürerek ve kaçırtarak temizlediler. Böyle ün saldılar o aşamada: acımasızlıklarıyla. Türk solcularınca sevilmediler, beğenilmediler; nefret edildiler daha çok. Ama kendilerine yer açtılar. Görece güvenilir üs bölgeleri edindiler. 12 Eylül geldi. Diyarbakır Cezaevi cehennemi yaşandı. Devletin dehşeti, PKK’nın tek çare diye görülen karşı-şiddetine kayışı hızlandırdı. Gerek güneydoğu sınırına bitişik Arap Sosyalizmi diktatörlükleriyle, gerek bazı Filistin örgütleriyle anlaştılar. Finansman ve donanım olanakları buldular. Kamplar kurdular. Ancak ondan sonra, 1984’teki Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla gerçekten gerilla savaşına başladılar.
Demirtaş’ın “Korkma! Barış” yazısına iki temel eleştiri geliyor: “Ne değişti veya ne kazandık da barış” ve ‘Neden bağımsızlık veya farklı statülerde ısrar yok.” İlk eleştiri barış olmadığı için kaybedilenleri görmüyor. İkinci eleştiri ise o statü ve bağımsızlık için zaten her şeyin yapıldığını... Çok daha iyi şartlarda olan Irak Kürdistanı ve Katalanlara bile dünyanın vermediğini Rojavalı Kürtlere verileceği mi düşünülüyor? Yani o eleştirdiniz her şey denendi ama sahici bir barış denenmedi. İşte Demirtaş da o yüzden “Korkma, Barış” diyor.
Dostoyevski. Belki de dışarıdan bakıldığında sıradan ve normal olan ne varsa hepsini yerle bir ettiği için hiçbir zaman bitmeyecek bir içsel mücadelenin yazarıdır o. Kendisini toplumun ve toplumsal yaşantının parçası olarak göremeyen elitlere kafa tutmuş, küçük insanın küçük dünyasının görünmeyen yüzündeki büyük sarsıntıları olabilecek en insani biçimde açığa çıkarmıştır.