İktidarın almış olduğu bu sert tedbirler yaptığı yanlışın bilinçaltı yansımalarıdır. Zira bir toplumda meydana gelebilecek siyasal bir infial ihtimali, yapılan eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğu ile doğru orantılıdır. Yaptığı bir işlemin hukuk sınırları içerisinde olduğundan emin olanlar asla yaptığından her hangi bir endişe duymazlar. Çünkü böyle bir endişe tedbir adı altında zorbalığı rasyonelleştirir. Geldiğimiz noktada yaşadığımız olaylardan yükselen zehirli gazlar bırakın Ramazan’ı, ülkenin atmosferini bile delik deşik etti.
Bugün bir yanda iktidar için altından kalkması güç bir fatura, diğer yanda da CHP’nin kazandığı bir ivme var. Ancak bu müspet görünen tablo, tek başına CHP’ye bir iktidar garantisi vermez. CHP’nin ve İmamoğlu’nun geleceği, hem bu temponun korunmasına hem de Yavaş’ın sözlerinde ifadesini bulan ve CHP tabanında alıcısı bulunan zehirli dilden kurtulup birleştirici bir dil kurulmasına bağlı.
Yargı ile siyaset arasındaki dengesiz ilişkinin gelebileceği en üst noktayı temsil ediyordu Doğan Öz davası. Dönem askeri darbe dönemiydi, kimse sesini de çıkaramadı. Devlet içindeki bir çete yargıyı kendi hegemonyasını sürdürebilmek amacıyla siyasetin emrine vermişti. Teorik olarak ideal formül şudur: “Yargı hukukun emrindedir, bürokrasi de kanunların ve kuralların uygulanmasıyla yükümlüdür.” Yargı ne kadar siyasallaşıyorsa, ülke demokrasiden o kadar uzaklaşıyor demektir. Yargının siyasallaşması, toplumda adalet ve güven duygusunu zedeler.
Yanlış anlaşılmasın: benim hayalim değil. Solda zaman zaman çıkar, çıkmıştır böyle bir fikir, İstiklâl Marşı değişsin diye (bestesi çok zor gibi entipüften gerekçelerle). Hep yadırgadım, soğuk baktım. Daha genel olarak, bir “cancel culture”ım yok. Kültür Devrimlerine karşıyım. Siyasî doğruculuk (political correctness) adına kılı kırk yarıp yeknesak bir konformizm empoze etmeye çalışmaktan da; her ideolojik dönüşümden sonra geçmişi toptan yanlışlayıp “yepyeni” bir kültür tasarlama nihilizminden de yana değilim. Tarihte olan olmuş, yaşanan yaşanmış. Thomas Jefferson hem özgürlükçü, hem köle sahibi. Eski Yunanlılar da öyle. Ne yapalım? Gerçeklik her zaman çelişkili. Artısı da eksisi de kendi çağı ve koşullarına oturtulmalı. Beğenmediğimizi silip çıkarmaya (bütün heykelleri devirmeye, bütün sokak ve meydan isimlerini değiştirmeye, bütün panteonları yeniden kurgulamaya) kalkışmayalım. Hele toplumlara şekil vermiş, kollektif hafızaya sinmiş ikonik eserlere, kurucu metinlere, böyle sığ bir keyfîlikle yaklaşıp fırt zırt oynamayalım.
Eğer kurgu mükemmelleşirse, futbolun o kaotik, insanî ve duygusal yanı kaybolabilir mi? İzleyiciler, doğaçlamanın getirdiği sürpriz anları (örneğin, Ronaldinho’nun topuk pasları veya Messi ve Maradona’nın slalomları) seviyor. Kurgusallık bu anları yok etmese de, onları bir çerçeveye oturtarak daha az “vahşi” hale getirebilir. Belki de gelecekte, atletizm ve kurgu o kadar baskın olacak ki, doğaçlama ancak kurgunun izin verdiği ölçüde, yani ansal bir patlama olarak var olabilecek.