Nilüfer Göle ile ayrıldığımız nokta temel bir çelişkiye dayanmıyordu, iki farklı varsayım ve iki öngörü söz konusuydu. Bana göre cemaatler ve entelektüeller Siyasal İslam’a lojistik destek sağlasınlar ama devletle ve iktidarla organik ilişkiler içine girmesinler, girecek olurlarsa, İslamcılık henüz oluşma safhasında olduğundan hangi türüne mensup olursa olsun, modern ulus devlet Müslümanların içine kaçacak, bu da onları sekülerleştirecektir. Bu öngörümde ise yanılmadım.
Yaşananlar, yaşatılanlar ayar bozuyor. Ölçünün, emsalin, kıyasın bile “ayıp kaçacağı” günler yaşıyoruz. Kuyumcu terazisiyle ölçülecek, hatta kantara gelecek meseleler değil. “Zıvanadan, şîrâzesinden çıkmak”, “cılkını çıkarmak” babından deyimler de kifayetsiz. Sadece düşüncelerini, aklını değil “duygudurum”unu zorluyor. Hani psikolojideki “hissediş tonu”nu… Bütün bunlar “duygusal ifade özgürlüğü”nü de öne çıkarıyor.
Ezcümle, güzel bir Newroz oldu. Siyasi aktörlerin mesajları ve halkın verdiği destek bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 2025 Newroz’unun silahların tamamen devreden çıkmasını ve siyasetin belirleyici olmasını içeren sürece ivme kazandıran bir işlev gördüğü söylenebilir.
İktidarın fiili bir kuvvetler düzeninde, izlediği siyasi likidasyon, demokrasi pistinden çıkma hamlesi karşı karşıya olduğumuz muhakkak. İmamoğlu operasyonu Türkiye’de siyasi rejim pistini değiştirebilecek kadar kritiktir. Demokrasilerin asli kurallarından birisi, siyasi rakiplerin keyfi ve cebri tasfiyelerinin yaşanmamasıdır.
Türkiye’deki siyasi atmosferi, Almanya ile karşılaştırmanın bir anlamı olmayabilir. Türkiye 200 yılı aşkın bir süredir modernleşme arayışı içinde. Maalesef bu 200 yılı çatışmalar, kamplaşmalar, askeri müdahaleler ve darbelerle geçirdik. Şu gerçeği kabullenelim: Demokrasinin bu topraklara yerleşmesi için siyasiler gereken cesaret ve fedakarlığı göstermedi.