Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Şeyh Edebali'nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” şeklindeki felsefesi daha iki asır geçmeden “İnsanı öldür ki devlet yaşasın!”a dönüşmüştür. Doğrudur; geldiğimiz noktada gönül gözü açılsın diye kimsenin gözüne mil çekildiği yok. Ancak bunun yerine gözler dört duvar arasına hapsedilerek terbiye edilmeye çalışılıyor. Yani sadece yöntem farklılığı var. Geçmişteki saray entrikalarının yerini günümüzde sahte delil, gizli tanık ve temin edilmiş itirafçılık müessesesi almış durumda. Tek bir “iltisak”, terör” “örgüt” “casus” veya “suçüstü hali” kavramı beton duvarlarla tanışmanıza yetiyor. Hem de “Terörsüz Türkiye” nidaları altında. Oysa sadece yaşamayı olanaklı kılmak yetmez. Aslolan “yaşamaya değer bir yaşamın kurulmasıdır.”
Türkiye’nin üniter bir Suriye talebi ve Rojava’daki Kürtlerin bu üniter yapı içinde bir siyasi çözüme rıza göstermesi yönündeki politikası gerçekçi değil ve sahadaki realite ile bağdaşmamaktadır. Açık ki, Kürtler, Aleviler, Dürziler ve Sünni Arapların kanton veya federal bir statüde bir arada olacakları demokratik bir Suriye’nin orta ve uzun vadede Türkiye için daha iyi olacağını, bugünkü koşullarda Türk dış politikası yapıcılarına anlatmak mümkün görünmüyor.
34 yaşında. Uganda doğumlu. Hint asıllı Şii bir Müslüman. Ücretsiz kreş ve ulaşımı, kadın ve eşcinsel haklarını destekleyen örgütlü bir sosyalist. Cesur bir Filistin aktivisti. Suriye asıllı karikatürist eşiyle dating uygulamasında tanışan cool bir rapçi. Annesi solcu bir yönetmen, babası Marksist bir akademisyen. Hayır, bu Serbestiyet’teki yazılarıma konu bulmak için uydurduğum biri veya Netflix karakteri değil. %50 oyla New York’un ilk Müslüman belediye başkanı seçilen sosyalist Zohran Mamdani. Zohran Mamdani, sadece Trump’ı, Elon Musk’ı, elitleri, iş insanlarını, aleyhine harcanan milyonlarca doları, İslamofobi’yi, İsrail lobisini alt etmedi, aynı zamanda dünyaya yeni bir siyasetin mümkün olduğunu da gösterdi.
TBMM Kardeşlik Komisyonu’nun çalışmaları önümüzdeki günlerde sona eriyor. Artık somut adım atma zamanının geldiği görülüyor. Çözüm için onca adım atılırken, bazı insanların özel rolleri de oluyor. Örneğin Ahmet Türk. Yaşadığı onca haksızlığa ve baskıya karşı sitem etmeyen, çözüme destek vermek için her türlü uzlaşmaya açık davranan Ahmet Türk, sürecin bilge insanlarından biri. İmralı ziyaretini bir de onun gözünden değerlendirmek mümkün. Ahmet Türk’ün Bahçeli’ye yönelik övgü dolu sözleri, iki zıt siyaseti birbirine yaklaştırıyor.
Cumhurbaşkanı’nın hafta sonu konuşmasındaki esas manşet şuydu. Erdoğan, PKK için “münfesih terör örgütü” dedi. Buradan ne anlıyoruz? Devlet için PKK artık kendini feshetmiş bir örgüt. Çözüm sürecinde ırmağın yarısı geçildi. Artık geriye dönüş mümkün değil…