GÜNÜN YAZILARI

Atatürk’ü sömürenler kulubü versus bir çocuk

İdris Küçükömer’in 4 Kasım 1973’te, “Atatürkçülük ve Türk Toplumu” başlıklı bir forumda, forum konusunun yarattığı huşudan dolayı hüzne gark olmuş ama cezbeye kapılmaktan beri durmayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Şevket Süreyya Aydemir’in ve Tarık Zafer Tunaya’nın yüzlerine bakarak şöyle demişti: “Artık büyük kumandanın yakasını herkes bıraksın. O’nu tarihteki yerine tevdi edelim...”Mustafa Kemal Atatürk’ü rahat bırakalım artık. Neredeyse 73 yıldır tam tekmil devam eden ulusal tazim ve minnettarlık şovu devam ederse, yani bütün bir millet ve ülke ilanihaye borçlandırılmaya devam edilirse, bu koşullar altında, yeniyetme delikanlıların müstehcen tepkiler vermesi vaka-i adiyeden sayılır.

“Kardak kayalıkları iki taneydi, Yunan askeri olmayana çıkıldı, SAT komandoları giderken motorları bozuldu, kürek çektiler”

1996’da Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren Kardak kayalıkları krizinin perde arkasını dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller’in dış politika danışmanı emekli büyükelçi Yalım Eralp yazdı: “Yunan askerleri Kardak’a çıkınca Başbakan Çiller siyasi bakımdan zorda kaldı. Biz de çıkalım ve Yunan bayrağı indirelim diyordu. Toplantılar yapıldı. Son toplantıda rahmetli Büyükelçi İnal Batu o kayalıklar iki tanedir adı İkizce’dir biz Yunan askeri bulunmayan diğer kayalığa çıkalım demiş. Anlaşılan iki kayalık olduğunu kimse bilmiyordu! Öyle de yapıldı. O zamanın Donanma Komutanı Salim Dervişoğlu Amiral anlatmıştı. Kayalığa çıkmak için SAT komandolarını götüren botun motoru bozulunca Salim Amiral ‘kürek çekerek gidin sessiz olur’ demiş. Kriz sırasında muhalefette olan Yılmaz’dan Kardak konusunda beyanat yapmamasını önerdim. O da yapmadı.”

Yüzyıl dolarken geldiğimiz nokta parlak mı sizce…

Geçen yüzyıl içinde hiçbir ilerleme kaydetmediğimiz de söylenemez. Artık, “Müslüman” da “laik” de gördü ki her iki gerçeklik de ülkenin gerçekliği. Seçimler de genelde yaklaşık “yarı yarıya” sonuçlar veriyor. O zaman artık sadede gelelim: Birinci yüzyılını tamamladığımız cumhuriyet, ortak mirasımız. Ortaklaşa var edilmiş bir yönetim biçimi. Peki geleceği nasıl biçimlendireceğiz? Bu ortaklığı nasıl içselleştireceğiz?

Yol ayrımı mı kan uyuşmazlığı mı?

1993 ile 2011 yılları arasında kısa aralıklar dışında hep AB işleri ile meşgul oldum. Gerek Dışişleri Bakanlığı’nda gerek Brüksel’de konu ile ilgili olabilecek nerede ise tüm görevlerde bulundum. Ancak AB ile ilgili görevlerimde Türkiye’de gözlemlediğim isteksizlik aradan geçen yıllarda hiç azalmadı. Geleneksel olarak dışarıya en fazla açık olması ve ülkemizin Batı ile bütünleşmesi yolunda en itici güç olması beklenebilecek Dışişleri Bakanlığında bile Batı düşmanlığı birkaç istisna dışında hep önde gelmiştir. Ancak AB karşıtlığı sadece bu Bakanlığın özelliği olmamıştır. Asker ve sivil bürokrasi, siyasi çevreler, iş insanları hep ayak sürtmüşler, hiçbir zaman AB hedefine dört elle sarılmamışlardır. Gümrük Birliği müzakerelerinde otomotiv başta olmak üzere nerede ise tüm ekonomik sektörlerin yararlandıkları yüksek koruma duvarlarının uzunca bir süre daha devam etmesi talebinde bulunduklarına bizzat şahit oldum. Zamanın Başbakanı Çiller bu sektörlerin kendisine acımasız bir husumet beslemelerini göze alarak talepleri reddetmiş ve Gümrük Birliği sadece bir yıl gecikmeyle 31 Aralık 1995 tarihinde tamamlanmıştır. Geçiş süreci için en fazla bağıran otomotiv sektörü ise Gümrük Birliğinden en fazla yararlanan sanayilerin başında gelmektedir.
- Advertisement -

Deprem yargılamaları yanlış başlıyor: Bilirkişi hâkim olamaz

Depremde yıkılan bir bina ile ilgili kusur nasıl belirlenecek? Tabii bilirkişiler devrede olacak. Fakat kusurun kimde olduğunu veya kusurlu olduğunu düşündüğü kişilerin kusur oranlarını, asli veya tali kusurlu olup olmadığını bilirkişi belirleyemez. Bilirkişiler bunu yaparsa hâkimin yerine geçmiş olurlar. Bilirkişilerin hakim yerine geçemeyeceği ve hakimin de bilirkişilerin belirlediği kusur ve/veya kusur oranları üzerinden karar veremeyeceğine yönelik çok sayıda Yargıtay kararı var. Maraş depremlerinden sonra ne mi oldu? Bilirkişiler sorumlu kişiler veya birimlerin asli mi tali mi kusurlu oldukları raporlarına yazdılar. Hakim bu raporlara dayanarak karar vermese de konunun uzmanı olmayan yargı mensubunun vicdani kanaati etkilenmeyecek mi?

En Son Çıkanlar