Trump Güney Afrika’daki G-20 Zirvesi’ne protesto ederek gitmedi. Sebep; Güney Afrika’yı beyaz çifçilere yönelik soykırımla suçlaması. İlk başlarda bu Güney Afrika doğumlu Musk’ın bir ergenlik travması zannedildi. ABD’nin İsrail’in intikamını alıp Güney Afrika’ya “asıl sensin soykırımcı” dediği düşünüldü. Asıl olan Trump’ın adeta bir buzulda hem genetik hem de düşünsel olarak bozulmadan korunmuş; katıksız Avrupalı insan kaynağı keşfetmiş olması. Afrika güneşi altında 400 yıldır çözülmeden kalmış bir buzul içinde, liberal demokrasilerin yumuşatıcılarıyla yıkanmamış kolalı beyazlar. Trump, Afrikaners olarak anılan bu topluluğu ABD’ne iltica etmeye adeta davet etti.
İlber Ortaylı, Celal Şengör, Vedat Milor, Sinan Canan, Oytun Erbaş, Dücane Cündioğlu, Onur Ünlü… Hem apolitikler, hem politik. Hem “siyasetüstü”ler, hem “siyasetkıyısı”. Hem klasik, hem modern. Yedi kutsal isim, yedi guru, yedi kanaat önderi veya teknisyeni. Vedat Milor’un yemek konuşmasıyla, Dücane Cündioğlu’nun din ve felsefe konuşması, orta sınıfta tam olarak aynı duyguyu uyandırıyor, aynı damara dokunuyor.
Dünya çapında önümüzdeki 5 yıl içinde gözlemleyeceğimiz majör politik trendleri anlamak için, bu dönem İngiltere siyasetini takip etmenizi öneririm. Modern İngiltere tarihinde ilk defa merkez partiler, bazı anketlerden üçüncü (İşçi) ve dördüncü (Muhafazakâr) sırada çıkıyor. Zirvede %30 bandında olan Reform var. Ancak Reform’un panzehiri sanılanın aksine İşçi Partisi değil, ikinci sırada yer alan Yeşiller. Henüz seçime 4 sene var; ama Yeşiller’in
yeni lideri Zack Polanski’nin adını bir yerlere yazmanızı tavsiye ederim.
Türkiye'nin bugünkü manzarasında korku, artık dışsal bir baskı aracı olmaktan çıkıp içselleşmiş bir varoluş kipine dönüşmüş durumda. Bireyler artık yalnızca tehdit altında oldukları için değil, tehdit altındaymış gibi hissetmeye programlandıkları için susuyor, çekiliyor, geri duruyorlar. Böyle bir vasatta hafıza travmatize oluyor, siyaset anlamdan yoksunlaşıyor ve toplum, ortak gelecek düşünden uzaklaşıyor. Tam da bu noktada, Peckham’ın önerdiği “alternatif tarih” okuması, bir hatırlatma kadar bir çağrı niteliği de taşıyor: Korkuya teslim olmadan, onu tanımak ve aşmak için yeniden düşünmek.
“Aykırı filmler” insanın hafızasında ayrı bir yer ediniyor. Zira bazısını sadece rahatsızlık duyarak değil ona düpedüz maruz kalarak izliyorsunuz. Yedi yıl önce bugün, 23 Kasım 2018’de bir huzurevinde ölen Nicholas Roeg’in filmleri de öyle. Aykırı... 1980 yapımı “Bad Timing: A Sensual Obsession” belki de en sarsıcısı. Konusunu, hikâyesini aktarırken bile o “huzursuz seyrin” etkisine giriyorsun.