TÜM YAZARLAR

Devamı

    Mevsim normallerinin üzerinde kundakçılık….

    Her yıl orman yangınları, aynı mevsimde Akdeniz kıyısında benzer bitki örtüsüne sahip bütün ülkelerde çıkıyor orman mühendisleri, uzmanlar çıkıp yangınları bilimsel olarak açıklıyorlar. Ama kimin umurunda…Ertesi yıl ise aynı sabotaj yalanları, “aynı anda bu kadar yangın çıkarmıymış” ukalalıkları, yangınlarda itfaiye görevlilileri ölürken oturduğu yerden “kimse bir şey yapmıyor, delireceğim” Instagram storysi ucuzlukları dolaşıma giriyor.

    Selefiler 

    Radikal selefiliğin en somut modeli Mustafa Kemal’in tasarladığı “din ve diyanet”tir. 28 Şubatçılar MGK kararıyla Kemalist selefiliği Ankara, Samsun ve İstanbul ilahiyat fakülteleri aracılığıyla diriltmeye çalıştılarsa da, bunda başarılı olamadılar. 1971’den beri tanıdığım ahbabım Öztürk, başlangıçta tasavvufla ilgili yaptığı çalışmaları bir kenara itip, Kemalist selefiliğe yöneldikten sonra, gönlünde hep İslam içinde bir Martin Luther olmak vardı.

    “İskender’in hiç büyümeyen oğlu”

    Küçük İskender altı yıl önce 3 Temmuz’da veda etti hayata. Sadece şiiri, metinleri değil “edepiyât”nizamında “kimliği” de aykırı. Kelimeleri yasak, kelime “oyun”ları Tabu, metaforu zülfiyâra dokunuyor… Hem de “imge çapkını”. Hayalleri bile fena halde sakıncalı… Oysa “Ben küçük kalacağım” demiş adını seçerken: “küçücük kabrim /bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak!”

    Devlet dersinde can veren büyük anlatılar

    Bir zamanlar çok canlı olan, halen de öyleymiş gibi yapan büyük toplumsal anlatıların gerçekte can çekiştiğini anlamak için elimizdeki en geçerli ölçülerden biri de o anlatının toplumdan çok devlet tarafından sahiplenip korunur hale gelmesidir. Mizah dergisi LeMan’ın o talihsiz karikatürden sonra başına gelenleri (ve tabii öncesindeki bir sürü başka örneği) bu ölçüye vurduğumuzda göreceğimiz şey, bir zamanlar sosyalizmin başına gelenlerin bir benzerinin İslamiyet’in de başına geldiğidir.

    “De hayde barışa”: Paşinyan, ne yapmaya çalışıyor?

    Belki pek kimse farkında değil ama Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan; Azerbaycan ile kalıcı bir barış ve Türkiye ile normalleşmeyi savunduğu için uzun bir süredir kilise tarafından gereksiz taviz vermekle, milliyetçilerce ve Rusya yanlılarınca ise “Türk” ve “sünnetli bir hain” olmakla suçlanıyor. Hatta Paşinyan’ın kilise ile yaşadığı gerilim geçen haftaki tarihi Türkiye ziyaretine de yansıdı. Türkiye Ermeni Patrikliği’ne mensup hiçbir din adamı Paşinyan’ı karşılamadı, Paşinyan sessiz bir protestoyla karşılaştı, tek başına Kumkapı kilisesini ziyaret etti. Paşinyan, diasporadan ve milliyetçilerden gelen tepkilere rağmen bölgesel entegrasyon ile Ermenistan’ın ekonomisini canlandırmayı ve Türkiye ile kalıcı bir dostluk kurmayı amaçlıyor. Paşinyan’ın bu çabasının takdir etmek ve uzattığı eli görmek şart.

    Erdal İnönü Sivas Katliamı için ne demişti?

    Erdal Bey’e “Peki siz ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştum. “Ben de benzer şekilde yorumladım” demişti. Devlet içinde bir güç; İslamcıları, Alevilerin üzerine sürerek ve bir Alevi- Sünni çatışma ortamı yaratarak, otoriter bir rejim inşa etmenin fırsatını bulmaya çalışmıştı. Amaçlarına bir ölçüde ulaştılar denilebilir. Aleviler’e, azınlık olmanın tehlikeleri bu katliamla bir kez daha hatırlatılmış, uslu durmaları ve düzene boyun eğmeleri bir kez daha “istenmiş”ti.

    Bir karikatür, sivil kapasite ve dinin içine dolan devlet

    Dine ilişkin herhangi bir kamusal infial esnasında hemen devleti yardımına çağırmak, artık bir alışkanlık haline geldi. Ancak ayırdında olunmayan şu ki Müslümanlar devleti her muhtaç kaldıklarında yanlarında bulmalarının ve büsbütün devlete yaslanmanın bedelini kendi sivil kapasitelerini kaybetmek yoluyla ödedikleri gibi iman edilen, saflığı ve doğruluğu buyuran din, din olma vasfını yitiriyor.

    Berlin’de Sol partiler vatandaşlık mı dağıtıyor?

    Berlin Belediye Başkanlığı, iktidardaki merkez sağcı partiden Kai Wegner’de olsa da sol partiler de Berlin Eyalet Parlamentosu’nda çok güçlüler. Sol partilerin yeni seçmenler kazanmak için gelişigüzel şekilde vatandaşlık dağıttıkları öne sürülüyor. Gelecekte bu vatandaşlıkların iptal edileceğini iddia eden bazı Almanlar da var.

    Ortak acıdan ortak sorumluluğa: Madımak Katliamının düşündürdükleri

    Sivas'ta tanık olduğumuz linç kültürü, köklerini derin bir korku ve önyargı ikliminden alıyor. Toplumun bir kesimi sistematik olarak 'öteki' diye kodlandığında ve bir güvensizlik iklimi yaratıldığında, adalet ve merhamet gibi temel değerler belirli bir kimliğin sınırlarına ve dayanışmasına hapsedilir ve 'öteki' ile eşitsiz ilişki zamanla hınca ve nefrete dönüşebilir. Bu yabancılaşmayı aşmanın yolu, farklılıkları bir ‘öteki’ ve tehdit değil, toplumsal bir zenginlik olarak gören çoğulcu bir toplumsal düzen anlayışını hayata geçirmekten geçer. Bu, her bir bireyin "birinci sınıf vatandaş" olarak görüldüğü, kimliğinin, inancının veya düşüncesinin aşağılanmadığı, hor görülmediği bir düzeni tesis etmeyi gerektirir.

    Beyoğlu’nun günahı ne?

    Ben kırk yıla yakın bir süredir bu bölgede yaşayanlardanım. Komşularım, dostlarım, okurlarım var buralarda. Nedense yönetimler bu bölgeye kuşkulu gözlerle bakar. Son yıllarda, gösterileri engellemek gerekçesiyle yüzlerce, belki binlerce polis hazır bekliyor. Beyoğlu’na çıkan bütün sokaklarda demir barikatlar kurulu. Diyelim ki Beyoğlu’nda oturan bir vatandaşsınız, sadece bir kahve içip evinize dönmek istiyorsunuz; o durumda bile kapsamlı kimlik kontrollerinden geçmek zorunda kalabiliyorsunuz.

    Göç yönetiminden dış politikaya konuşulması gerekenler: Alisher Tursunov’un iadesi ne anlatıyor?

    Mayıs ayında Özbekistan’ın tanınmış alimlerinden biri, Alisher Tursunov sessiz sedasız geri gönderildi. Alisher Hoca’nın Özbekistan’daki tutuklanma gerekçesi: “Dini materyal oluşturma suçu”. Böyle bir suça hukuk sisteminde yer veren bir devletin bireyi nasıl yargılayacağını anlamak için uzman olmaya gerek var mı? Özbekistan’ın Alisher Hoca’nın kendisine gönderildiğini ve tutuklandığını açıkladığı günden bu yana durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmaması, avukatının ve yakınlarının Özbekistan’da hocadan haber alamadıklarını dile getirmeleri maalesef kimseyi şaşırtmıyor.

    Demek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş

    Babacan, DEVA’yı kurarken ısrarla muhafazakar olmadıklarını, çoğunluğun AK Parti’den gelenlerde olmadığını söyledi. İdeolojilerin, sağın, solun geride kaldığını anlattı. Günün sonunda DEVA’da sadece AK Parti kökenli milletvekilleri kaldı. Çünkü ideolojiler sadece kitabi değildir. Kriz anlarında kendi ideolojik evini kuramayanlar baba ocağına geri döner.

    Dersimli Kemal kritik bir kararın eşiğinde

    2011 genel seçimleri öncesi… CHP milletvekili, avukat Sezgin Tanrıkulu, “Yarın sabah için Genel Başkan seni seçim kampanyasını izlemeye davet ediyor. Uçak, Yeşilköy Havalimanı’ndan kalkıyor”...

    Ateşkes, NATO ve biz

    Trump’un hışmına uğramamak için alışılmıştan çok daha kısa tutulmuş olan sonuç bildirisinde NATO’ya ve özellikle saldırı halinde üyelerin birbirlerinin yardımına koşacaklarına ilişkin Beşinci Maddeye bağlılık ifadesinin yer alması ve buna Trump’un itiraz etmemesi zirvenin ve Genel Sekreterin başarı hanesine yazıldı. Bu konu böylecene en azından bir süreliğine kapanmış sayılmalıdır.

    İnsan yerin yüzüdür

    İnsanın yolculuğu, insana olan yolculukla aynı şeydir. Başka hiçbir canlıda olmadığı kadar insana özgü birşey var. İnsan, evriminden ibarettir.

    Sıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış

    Topluma, terörün bittiğine dair somut mesajlar vermek amacıyla hayata geçirilecek silah bırakma görüntüleri, çözüm komisyonlarının oluşması ve ardından getirilecek hukuksal düzenlemelerle birlikte, Temmuz ayından itibaren her ay faizlerin düşmesi gibi adımlar da eklenince, iktidar 2025 Aralık ayı ile 2026 Nisan ayı arasında bir erken seçime hazırlanıyor gibi görünüyor. En önemli rakibi Ekrem İmamoğlu’nun aday olma şansının ortadan kalkması da bu ihtimali daha da güçlendiriyor.

    Ege Ada ve Adacıkları

    Her ne kadar , 2004 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği Türkiye’nin üyelik müzakereleri için Yunanistan ile sorunların ikili müzakereler ile halledilememesi halinde tarafların Adalet Divanına gitmeleri yolunda karar almış olmasına karşın bu gerçekleşmedi. 2004 yılından beri Türk ve Yunan tarafları arasında yapılan ve gizli tutulan “istikşafi” denilen müzakerelerden de şimdiye kadar bir sonuç alınamamış görülüyor.

    Tık Tık Cumhuriyeti’nde hürriyet kahramanlığı bedava

    Talat Paşa, Kürt düşmanlığı, göçmen nefreti, iktidar karşıtlığı, depreşen tehcir aşkı… Her şeyin birbirine karıştığı, kesiştiği bu kafası karışık millet, YouTube’da ferahlık arıyor. Cumhuriyetin en rijit dönemlerinde bile kimsenin aklına gelmemiş İttihatçı övgüleri, vatan ve hürriyet şehitleri payeleri havada uçuşuyor. 110 yıl önce hiçbirimiz yoktuk, neydi bu hadise, kimdi bu adamlar, arkalarından o günlerde ne yazıldı diye merakı celbolunan birkaç akıl sahibi kalmışsa aramızda, Refik Halit’in şiiri o günlerde İttihatçılara karşı Osmanlıların hislerini öğrenmek için kafi.

    Bir kişilik sorunumuz olabilir mi?

    Jung’un Türkçe’deki kitaplarına yakın zamanda bir yenisi eklendi: Seçme Yazılar. Jung, pek çok açıdan önemli elbette ve bunlardan biri de insan ruhunun, toplumsal alanda yaşanan bütün kopuşlara, çalkantılara ve kırılmalara rağmen tarihsel bir devamlılığa sahip olduğu fikri. Ortak bir kolektif bilinç dışına sahip olabileceğimiz düşüncesi…

    Daha az vatandaş, daha çok düşman

    Düşman Ceza Hukuku” kavramı devletin uysal çocuğu olmayanları “vatandaş” olarak değil, yok edilmesi gereken birer “düşman” olarak görür. Cezalandırma için fiil aranmaz; tehlike algısı yaratan bir saik fazlasıyla yeterlidir. Ancak bu bir yere kadar sürer. Zira iktidarların memnuniyet dereceleri sınır tanımayınca hedef kitle de büyümeye başlar. Hedef kitle büyüyünce doğal olarak iktidar da aynı oranda küçülme yaşar. Bazı iktidarlar ise bu kavramla sadece günü kurtarmayı hedefler. Ama gün gelir, gün de biter!

    Otorite ve umut: “Ümidin düşmanı”

    Nâzım Hikmet ümidin de şairi. Onu da “dünyadan, memleketinden, insandan umudu kesik değil diye” atıyorlar içeriye tabii… Umut muhalif zira; bir şeylerin değişeceğine dair bir inanç, “duygu, düşünce gücü”, el ele tutuştuğunda avuçlarında hatta. Yükselen nabız… O yüzden de “sevinçli, kahraman”. Ama “onlar ümidin düşmanı”… Umutla “Güzel günler göreceğiz çocuklar” diyen Nâzım’dan yüz yıl sonra bir çocuk umutla, neşeyle “Her şey güzel olacak” mı demiş anında cezaevi.

    İyi bir futbolcu kimdir?

    İyi bir futbolcu, yalnızca topa hükmeden değil, aynı zamanda oyunu yaşayan, sahadaki her anı bir satranç hamlesi gibi planlayan ve takımı için fedakârlık yapmaktan çekinmeyen bir bireydir. Guardiola’nın “Futbol, sahada düşünen oyuncularla kazanılır” sözü, bu niteliklerin özünü yansıtır. Bu 12 özellik, bir futbolcuyu iyi yapan temel taşlardır; ancak asıl fark, bu niteliklerin sahadaki tutkuyla birleşmesidir. Çünkü futbol, sadece bir oyun değil, bir yaşam biçimidir.

    Yeni bir sol mümkün, inşallah: Zohran Mamdani, nasıl kazandı?

    Uganda doğumlu Hint Müslüman göçmen ve Filistin aktivisti Zohran Mamdani, artık resmen Demokrat Parti’nin New York belediye başkan adayı. Kasım 2025’teki genel seçimlerde kazanıp kazanmayacağı meçhul, çünkü Cumhuriyetçiler ve İsrail destekçisi Demokratlar şimdiden Zohran’ın kaybetmesi için kolları sıvadı, sınırdışı edilmesini isteyenler bile var. Fakat Zohran şimdiden kazandı. Zira tüm dünyaya yeni bir solun, yeni bir siyasetin mümkün olduğunu gösterdi. Cami cemaatlerine sosyalizm anlattı, gündelik hayata dokunan somut vaatleri eğlenceli bir şekilde anlattı, ünlü mankenlerle TikTok çekti, 21 bin kişilik bir saha ekibiyle kapı kapı dolaştı, Trumpçıları dinledi, Gazze’nin sesine kulak verdi, posterindeki font seçimini bile siyasi mesajıyla uyumlu hale getirdi. Zohran Mamdani, siyasete dair her türlü ezberi bozarak adaylığı kazandı ve küresel bir fenomene dönüştü.

    Selefilik

    Selefilerin tezine göre vahyin inişinden sonra zaman geçtikçe iç ve dış sosyal ve politik gelişmelere paralel olarak Müslümanların din anlayışında ve hayat pratiklerinde bozulmalar meydana gelmiştir, söz konusu bozulmalara karşı koymanın yolu, ilk nesillerin sahih din anlayışı ve pratiğinden geçer. Kısaca Ahmet ibn Hanbel ve klasik dönem Selefileri takip edenlerin tezlerini iki noktada toplamak mümkün: Biri fetihlerle sosyo politik değişim ve mücadelelerle Müslümanların din algılarını tekrar sahih öze dayandırmak, diğeri İslam birliğini (İttihad-ı İslam’ı/Vahdeti) yine ancak Peygamber Sünneti’yle sağlamanın mümkün olduğunu söylemek.

    “Talep etme ne olur, lütuf dile senin de olur”

    27 Şubat’tan bu yana geçen dört ay, iktidarın hak-talep meselesindeki pozisyonuna yeni bir delil teşkil ediyor. Öcalan’ın PKK’yı fesih çağrısından ve bilahare örgütün kendisini feshettiğini açıklamasından sonra Kürt siyasetinin her “hak” hatırlatmasının, her “devletin yapması gerekenler” listesinin iktidarda nasıl bir sinirlilik yarattığını gördük. Bunun nedeni, bunların ‘talep’ formunda ve ona uygun, alttan almayan bir dille ifade edilmesiydi.

    “O Kızılderililer bizleriz”

    Gazze soykırımı, Lübnan, Suriye ve şimdi de ABD’nin İran’a saldırıları gösteriyor ki, bizim hayatlarımızın bir değeri yok. Bizim ölmemiz, çocuklarımızı, evlerimizi ve yurtlarımızı kaybetmemiz ve mülteci durumuna düşmemiz ABD, İngiltere ve sözüm ona “özgür dünya”yı çok da rahatsız etmiyor. Çoluk çocuk nereye gidecek bu insanlar, kim bilir kitlesel can kayıplarının sayısı ne olacak diye de düşünmüyorlar. Trump’ın İran’ın 18 milyon insanın yaşadığı başkenti “Tahran’ın boşaltılmasını” isteyebilmesini de böyle anlayabiliriz.

    Savaşın tweet hâli: Trump ve yeni bir despotizm estetiği

    Donald Trump’ı anlamak, onu sevmekten veya ondan nefret etmekten daha karmaşık bir şey. Çünkü Trump, klasik siyaset figürlerinin sınırlarını aşarak bir “duygu rejimi” olarak işliyor. Ne tamamen muhafazakâr, ne tamamen popülist. Ne tam anlamıyla ciddi, ne de tamamen maskara. Trump’ın en güçlü yönü, bu ikilemleri aynı anda taşıyabilmesi. Kendisini hem “barış getiren lider” olarak sunabiliyor, hem de “kıyameti başlatmaya hazır” bir figür gibi konuşabiliyor. Bu çağın despotları mit değil; akış, performans ve duygu dalgası. Onlar sabit kalmıyor, sadece yön değiştiriyorlar. Bu yüzden Trump’ın ardında bıraktığı en büyük miras belki de şu: Artık despotlar konuşmuyor, tweet atıyor.

    Direksiyonu yapay zekâya verelim, hiç değilse bir günlüğüne?

    Trafikte bir “Waymo” var. Bildiğimiz “vay mo!” değil, otonom araç şirketi. Yani içinde direksiyon var ama tutan yok. Gaz var ama panikleyen yok. Sinirlenen, kornaya abanıp camdan küfür savuran da yok. Çünkü direksiyonda insan yok. Şirket diyor ki: Eğer bizim robotaksileri ülke geneline yayarsak, yılda 35.000 ölüm engellenebilir.

    ABD’nin “özeleştiri” yapacağı günlerden korkalım

    İran’ın petrolü millileştirme kararı alan demokratik olarak seçilmiş başbakanı Muhammed Musaddık’a karşı 1953’te İran ordusuna yaptırdıkları darbedeki rolü tam 50 yıl sonra Obama’nın ağzından 2009 yılında itiraf ettiler. Ettiler de ne oldu? Doğru dürüst bir özür bile dilemediler. Hatta belki gelecekte bir gün, Gazze’de devam eden soykırımdaki ortak sorumluluğunu en çarpıcı biçimde başka bir ABD başkanı dile getirecek; soykırımla ilgili en acıklı filmleri de yine Hollywood yapacak. Biz asıl o günlerden korkalım. Çünkü o günler geldiğinde bizler, ABD, İsrail eliyle bölgemize dayatılan bu savaşları kaybetmiş ve canavarlara yem olmuşuz demektir.

    “İç Cephe” kavramının günümüz Türkiye’sinde kullanımı ve sakıncaları

    Toplumsal sorunları ve farklılıkları ifade etmek için "iç cephe" gibi savaş terminolojisi içeren kavramlardan uzak durulması, sağlıklı bir demokrasi ve geleceğe yönelik ortak bir vizyon için hayati önem taşımaktadır. Aşırı kutuplaşma hali üzerine düşünmek ve çözüm yolları aramak başka bir şeydir; toplumu "cepheler" üzerinden tanımlamayı doğal kabul etmek ise bambaşka bir şey.