TÜM YAZARLAR

Devamı

    Basit Türkiye Tarihi: Tarih yürümeyi nasıl zorlaştırır?

    Sevan Nişanyan'ın yeni kitabı Basit Türkiye Tarihi, 2600 yıl öncesine gidiyor ve bu hayli uzun dönemin ciddi paralellik ve sürekliliklerle bir bütün olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla “eldeki hamurun hep aynı hamur olduğunu” göstermeyi hedef tutuyor. Yalnızca AK Parti’yle, Ecevit’le, Mustafa Kemal’le, II. Mahmut’la, Osmanlı ve Selçuklularla izah edemeyeceğimiz bir tarih olduğunu gösteriyor. Bu doğrultuda Osmanlı, Müslüman Roma olarak karşımıza çıkıyor.

    Türk Musevi Cemaati yeni Hahambaşısını belirliyor

    Her ne kadar yazımızın başlığı yeni hahambaşının seçimine işaret etse de, gerçekte bu makamın kime tevdi edileceği büyük ölçüde kesinleşmiş görünmektedir. Beş asrı aşkın bir geçmişe sahip Hahambaşılık kurumu için 2002 yılından bu yana üç dönemdir uygulanan seçim prosedürü ise bu kez daha çok şeklen işletilecek gibi gözükmektedir.

    Kendinden kaçan kalabalık: Eric Hoffer’ın ışığında Türkiye’de kesin inançlılar

    Kesin İnançlılar, sadece tarihî bir analiz değil, bugünün bireyine yöneltilmiş ahlaki bir sorudur da aynı zamanda: Gerçekten neye inanıyorsun ve neden? Bu soru Türkiye’de her geçen gün daha az soruluyor, ama cevabı verilmedikçe toplum olarak aynı kısır döngüde savrulmaya devam edeceğiz: Şimdiki zamandan kaçış, geçmişin yeniden yazımı ve geleceğin ideolojik fantazisi…

    Dünya Alzheimer Günü: Sen ne zaman öldün baba?

    İlaç veriyorlar, adı Cogito... Ama Cogito tabletleri, cümlesini “Cogito ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım)”a tamamlatmıyor. Yoksa... Yok mu artık o? Ardı arkası kesilmeyen akınlar yeniden eskiye hafızasını vuruyor önce. Hatıralarını… İsim, tarih, yer, giderek motor becerilerini: “Bunu (çatal) nasıl tutacağım?” Kendi kendine yiyebildiği zamanlarda bile ne çok şey var hatırlanacak. Ne çok şey var unutulacak...

    Charlie Kirk’i kim vurdu?

    Amerika’nın en etkili muhafazakar sağcı aktivistlerinden Charlie Kirk bir suikast sonucu öldürüldü. Cumhuriyetçilerin beklentisinin aksine katil, solcu, Müslüman, trans veya Demokrat Partili çıkmadı. Charlie Kirk’i dededen beri Cumhuriyetçi olan Mormon bir ailenin 22 yaşındaki oğlu katletti. 22 yaşındaki suikastçı Tyler Robinson’un motivasyonu henüz net değil. Fakat Charlie Kirk’i yeterince sağcı bulmayan bir radikal sağcı olması mümkün. Siyahlardan Müslümanlara, kadınlardan solculara korkunç nefret söylemleri yayan Charlie Kirk, maalesef kendi harladığı ateşin kurbanı oldu. Zira, siyasi şiddet Amerika’nın ayrılmaz bir parçası. Ve bu sefer geçmişin aksine bundan şikayetçi olan sayısı az.

    Komisyon’da Başkanlar Oturumu

    Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun; 10 Meclis Başkanının katıldığı 7. Oturumu, siyasi, tecrûbi hatta akademik olarak oldukça zengin içerikli bir toplantı olmasına rağmen kamuoyunda yeterince yer bulmadı. Başkanların çok önemli bir kısmının siyasi parti geçmişleri ve aidiyetlerine takılmadan samimi, derinlikli, dobra bir şekilde görüşlerini ifade etti. Ömer İzgi; Anayasal vatandaşlık, Cumhurbaşkanının TBMM’de seçilmesi, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri ve Anayasa’nın illerin birleştirilebileceğine dair düzenlemesi üzerine oldukça radikal önerilerde bulundu.

    Kürtlerle ittifak

    Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı ve HTŞ’nin lideri Ahmet Eş Şara, gerçekçi bir tutum içine girdi: “tek ordu”, “tek merkez” “tek bütçe” konusunda ısrarcı davranmıyor. Çünkü, özerk yapıların oluşturacağı federatif bir yapı, şu an için, Suriye gerçeklerine daha uygun görünüyor. Tabii Türkiye’nin izleyeceği yol da bu bağlamda önem taşıyor. Uzun vadeye dair öngörüde bulunmak çok zor.

    Kıyamet saatini durdurmak

    Bu artık sadece bölgesel bir kaosun ya da bölgesel bir savaşın ayak sesleri değil. Gidişat, bir dünya savaşının saatini kurmaya hazırlanıyor. Bu kıyamet saatini durduracak yegâne hamle ise, ne yazık ki Hamas’ın elinde.

    AK Parti CHP’siz yapabilir mi?

    Bugün tehlike arz eden bir CHP’ye en çok muhtaç olan AK Parti’dir. Zayıflamış, bölünmüş, örselenmiş, mağdur bir CHP en az AK Parti’nin işine yarar. Siyaset üretemeyen, kadro yetiştiremeyen, medyasıyla kamuoyu oluşturamayan yorgun bir iktidar elindeki en büyük siyasi malzemeyi de kendi eliyle yok ediyor. Tek parti rejimi zulmü hikayesi el değiştiriyor. AK Parti, CHP’ye yıllarca anlatılacak bir hikaye verirken kendi hikayesini ise kaybediyor.

    10’uncu ayında komisyon

    Kürtlerin iki temel talebi bulunuyor: Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve ana dilde eğitim. Kimlik meselesi. Türk milliyetçi eğilimi henüz bu konuları hazmetmeye uygun değil. En azından bir kesim milliyetçiler böyle bir adımın Türkiye’yi böleceğini düşünüyor. Tabii bu arada hepimizi kaygılandıran CHP’ye yönelik baskılar. CHP’li belediyelerin baskınlarla ve tutuklamalarla işlemez hale getirilmesi bazılarının sandığının aksine süreci olumsuz etkiliyor. Komisyon’da dinlenen Barış Anneleri anadilleri olan Kürtçe konuşmak istediler. İzin verilmedi.

    Mesele CHP değil!

    Dün 367’i savunmak için bin dereden su getiriliyordu. Bugün de bu gayri-hukukiliğe kılıf uydurmak için olmadık gerekçeler üretiliyor. Canhıraş bir biçimde hukuksuzluğa sarılanlara küçük bir hatırlatma: Hukuksuzluğun yarın dönüp kimi vuracağı belli olmaz.

    Savcılık Jennifer Lopez’i nasıl kaçırdı?

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, hafta içi yoğun CHP mesaisi sonrası kendisine eğlenceli bir hafta sonu aktivitesi buldu: Manifest grubuna dava açmak…

    Barış süreci bozulmaz, bozulamaz

    Yara bere içindeki demokrasisi, diken üstünde duran ekonomisi ve sadece Suriye’de oyun kurucu kalmış haliyle iktidarı sürdüren mevcut yönetim, görünürde ağır aksak ilerleyen ama perde arkasında çetin müzakerelerle devam eden bu barış sürecini bozmaz ve bozamaz.

    “Film icabı” değil…

    Tam 27 yıl önce 6 Eylül’de ölen Japon yönetmen Kurosawa’nın 75 yıl önceki filmleri bugünün her kötülüğü, rezaleti sıradanlaştıran dünyasında yine güncel. Mesela “Rashomon”u yalanın bir idare, idame enstrümanına dönüştüğü bir dönemde izlemek daha da sarsıcı. Aklına savaşı, nükleeri dâhil soykırımı getiren “Ağustos’ta Rapsodi” desen gözlerimin önünde Filistin. Ölenler, savaşın bedelini ömrünce taşıyacak yaralılar, bir yudum suya, bir lokmaya hasret giden çocuklar, kadınlar, yaşlılar… Film gibi ama “film icabı” değil.

    Yüksek Seçim Kurulu artık o kadar yüksek değil mi?

    75 yıllık bir demokratik seçim ve siyasi partiler rejiminin tepesine bir ilk dereceli mahkemenin gölgesi düştü. Bir mahkeme 75 yıllık YSK merkezli sistemin üzerine çıktı ve CHP’nin İstanbul İl Kongresi’ni iptal etti. İlk dereceli mahkeme Yüksek Seçim Kurulu’na, mağrur olma senden yüksek ben varım dedi. Meğer YSK artık o kadar da yüksek değilmiş.

    Raşid Gannuşi, Sumud filosunu neden uğurlayamadı?

    44 ülkeden yüzlerce aktivisti taşıyan 50 gemilik Sumud filosu Tunus’tan Gazze’ye yelken açıyor. İsrail’in yasadışı ablukasını kırmak için demir alan bu filo, büyük insanlık ailesinin cesur bir ittifakı. Birbirine benzemeyen onlarca insan omuz omuza: İslamcı yazarlar, muhafazakar aktivistler, eşcinsel oyuncular, sosyalist vekiller, feminist çevreciler, ünlü sanatçılar, Katalanlar ve tabii ki İrlandalılar. Bu filoya katılanlar kadar isteyip de katılamayanlar da önemli. Tunus’tan yarın kalkacak olan filoyu hukuksuz bir şekilde kapatıldığı hapishane hücresinden içi giderek izleyen 84 yaşındaki Raşid Gannuşi de bunlardan biri.

    TBMM Komisyonu: Beklentiler, ihtiyaçlar ve gerçekçilik

    Komisyon’un görev süresi sınırlı, toplumun beklentisi ise oldukça yüksek. Eğer Komisyon’un çalışmaları veya etkisi yalnızca Eve Dönüş Yasası ile sınırlanırsa derin bir hayal kırıklığı yaşanabilir. Böyle bir hayal kırıklığı, sürece olan güveni de olumsuz etkileyecektir. Bu çalışmaları toplumsal barışa giden yolun ilk basamağı haline getirmek mümkündür. Bunun için iktidarın ve muhalefetin sorumluluk alması ve toplumun farklı kesimlerinden gelen taleplerin dikkate alınması şarttır.

    Panoptikon’dan Palantir’e: İnsan kalesi nasıl düştü

    İnternetin değdiği her yere kolları uzanabilen görünmez bir ahtapotvarı canavarın eline düşmüş durumdayız. Panoptikon bir bina idi bu yeni canavar ise yapay zekaya dayalı bir yazılım şirketi. Adı Palantır. Hapishane değil ama bir nezarathane. Hatta bir suikast cihazı. Geleceği görmek, olacağı önceden tahmin etmek iddiasında bir istihbarat şirketi. Her ne kadar sağlık ve idari bazı amaçlar için hedef kitle belirlemek gibi hizmetler de verdiğini iddia etse bile son tahlilde askeri amaçlar ve savaş mantığı için kurulmuş bir şirket.

    Boğma süreci

    Türkiye’de delege seçimlerinden il, ilçe seçimlerine, muhtarlık seçiminden cumhurbaşkanlığı seçimine kadar tüm seçim ve itiraz süreçleri anayasa (79.madde) ve kanunlarla düzenlenmiştir. Bu konularda yetkili olan tek merci Yüksek Seçim kurulu ve birimleridir. Genel mahkemelerin siyasi partilerin kongre süreçlerine müdahalesi, bunlarla iptal ve tedbir kararları alması, kayyum ataması ve hükümler vermesi anayasanın açık bir ihlalidir.

    Vallahi ben kraliyet seviyorum

    Partilerin örgüt daha doğrusu delege yapısı ve aday belirleme yöntemleri bizdeki lider oligarşisinin can damarıdır. Bunun en vahimi de oligarşik liderliğin kurduğu sistemi kendisini destekleyecek bir hukukla güvence altına almasıdır. Çünkü bizde her kesim bir lider yaratmış ve onu kutsamakla meşgul. Lider başarısız olmaz, başarısız olan tebaadır. “Yaygın bir adaletsizliğin devrim nedeni olabileceğini,” söyleyen Aristoteles’i bile yanıltmış bir milletiz. Kasetle gelen bile sonsuz liderlik peşinde. Oysa tutuklu belediye başkanlarının sayısını Google bile karıştırıyor. İktidarın hukuksuzluklarını bas bas bağırıp güdümündeki yargıdan adalet ummak açıklanabilir bir durum değil.

    Neden kandilleri kutluyorum?

    Her yıl ne zaman bir kandil kutlasam sosyal medyada çok sayıda eleştiri ve saldırı paylaşımı ile karşı karşıya kalıyorum. Aynı şey yine birkaç gün önce Mevlid kandilini kutladığım zaman gerçekleşti. Bu yazıda bu eleştiriler üstüne düşünmek istiyorum. Her ne kadar bu dar bir konu gibi görünse de din ve hayat ilişkisi noktasında, dinin köküne dönmeye çalışan İslamcı reformcu hareketlerin kanaatimce önemli bir zaaflarını anlama açısından önemli.

    17 sene önce

    17 sene önceki Türkiye’de iktidar partisi olan AK Parti Avrupa Birliği hedefinin gerçekleşmesi için çalıştığını söyleyerek savunma yapıyordu. Şimdi yeni bir dönemdeyiz. Bu kez CHP’yi işlemez hale getirmeye çalışan siyasi girişimle yüz yüzeyiz. Çok partili rejimin varlığı demokrasimiz için zorunlu. Bu nedenle parti kapatmalarına oldum olası karşıyım.

    Suların taşıdığı vicdan: Küresel Sumud Filosu’nun sessiz haykırışı

    Sumud kavramı, Arapça’da “sabırla dimdik durmak, toprağa kök salmak” anlamına gelir. Sürgün, işgal, yıkım ve savaş karşısında evlerini terk etmeyen, kalmaya ve direnmeye kararlı insanların sessiz ama güçlü ifadesidir bu. Ve şimdi, bunca sessizliğin ortasında sulara açılan filonun da adı. 44 ülkeden gelen 50’yi aşkın gemi… Resmî kayıtlarda “insani yardım girişimi” olarak anılsa da, bu filo kendini ancak daha derin bir düzlemde açığa vuruyor.

    ​​​​​​​Erbil’deki tartışma: Zor yakalanan mı zor olan mı?

    Kürt milliyetçileri ve Kandil Suriye’de maksimalist ve fırsatçı iken Öcalan tarihsel ve uzun vadeli bir tercih yapılmasını istiyor. Erbil bu işin artık bir yere bağlanmasını bekliyor. Toplantıya katılan bazı KDP yetkilileri 2010’lardan beri PKK’yı silah bırakmanın zamanı gelmedi diye ikna etmeye çalıştıklarını anlattı. Suriye konusunda ise onlar da daha milliyetçi ve Şam yönetimine karşı şüpheci.

    Yıkıcı korku değil kurucu cesaret

    Irak Kürtleri gibi Suriye Kürtleri de Türkiye için bir tehdit değil, aksine bir fırsat. Türkiye, KDP ve KYB ile olduğu gibi SDG ile de ortak yol alabilir. Bugün Irak Kürtleriyle kurulan yoğun ilişki ağının bir benzeri ve hatta daha genişi yarın Suriye Kürtleri ile de kurulabilir.

     Kimin ülkesi? Göç, kimlik ve vicdanın sınavı

    Ekonomik krizlerin, savaşların ve güvensizliklerin faturasını yine en savunmasızlar ödüyor. Türkiye’de mülteciler linç girişimlerinin hedefi olurken, Avustralya’da göçmen karşıtlığı meydanlara taşındı. Ama bu karanlığın karşısında, çokkültürlü yaşamı savunan bir toplumsal vicdan da susmuyor.

    Meclis komisyonu yeni yollar açabilir

    “Kararnameler” döneminde, TBMM pasifleşmişti. Muhalefet de bunu gördüğü için etkisizleşmişti. Komisyon, bir yenilik imkânı olarak ortaya çıktı. Ki 15 Ağustos 2024’te de Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın gelişi münasebetiyle Meclis özel olarak toplanmıştı. Buna benzer başka toplantılar oldu mu, hatırlamıyorum. İşte 2024’teki o bir günlük toplantı da Meclis’in canlılığını artırmıştı. Kim ne derse desin, “Kürt meselesinin silahtan arındırılması” konusunda tarihsel bir çerçeve ve dil değişimi, bir kırılma gerçekleşti. Şimdi iş uygulamada.

    İlgi Alanı: Auschwitz’ten Gazze’ye bir yol

    Bugün çağın temel etik-politik sınavını Filistin meselesine nasıl yaklaşıldığı sorusu oluşturuyor. Agamben’in Auschwitz için söylediğini Gazze için rahatlıkla söyleyebiliriz: “Çağımızın geçerli olduğuna inandığı etik ilkelerin neredeyse hiçbiri, belirleyici sınavdan, ‘Ethica more Gazze demonstrata’ (Gazze yoluyla kanıtlanmış etik) sınavından geçmemiştir.” Hümanizm, insan hakları, yaşam hakkı, adalet ve bilumum evrensel etik değerlerin apaçık sınandığı bir yer Filistin ve Gazze. Tüm bu değerlerin tabutuna son çivi ise o değerlerin hamisi olduğunu iddia eden “Batı”nın eliyle çakılıyor.

    Uluslararası Adalet Divanı, iklim değişikliği konusunda tarihi bir karar mı verdi?  

    Uluslararası Adalet Divanı iklim krizi konusunda kapsamlı bir danışma görüşü yayımladı. Yalnızca en dikkat çekici kazanımları listelemek istediğimizde bile ortaya uzun bir liste çıkıyor. Söz konusu danışma görüşünü iklim aktivistleri ve onu talep eden devletler için tarihi bir zafer olarak görmek abartılı olur.

    Bir Demokrasi Kurultayı hikâyesi

    26–27 Aralık 1993 günlerinde, iki gün süren ve Hilton Oteli’nde verilen bir akşam yemeğiyle son bulan Demokrasi Kurultayı’na binlerce insan katıldı. O dönemin DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya, milletvekilleri, Sadun Aren, Zülfü Livaneli gibi pek çok aydın ve sanatçı burada yer aldı. Bu aslında, iki insanın doğru zamanda ve doğru yerde yapmak istediği görkemli bir kurultayın hikâyesiydi. Korkunun ve şiddetin kol gezdiği bir dönemde, tünelin ucunda bir ışık olma hayali Aralık 1993’te gerçeğe dönüştü