TÜM YAZARLAR

Devamı

    Erzurum’un Samet’i, Almanya’nın Zohran’ı

    Erzurumlu Türk göçmeni bir işçi ailenin çocuğu olan 44 yaşındaki Samet Yılmaz, Kiel yerel seçimlerini kazandı ve Almanya’nın ikinci Türk büyükşehir belediye başkanı olarak tarihe geçti. Samet Yılmaz, İslami ilimler mezunu, geçmişte Filistin’de yaşamış, Yemen’de Arapça öğrenmiş doktoralı bir Ortadoğu uzmanı. Seçim döneminde tepkilere rağmen Gazzeli çocukların tedavi için Kiel’e getirilmesini savundu, işin ilginç yanı seçim boyunca rakipleri tarafından yağmurdan etkilenen Türk Günü etkinliğini bir gün daha uzatılmasını isteyen Ülkücülere yardım etmekle suçlandı, ortada somut bir kanıt yokken linç edildi. Buna rağmen %54 ile seçimleri kazandı. Erzurumlular belki pek de farkında değil ama Almanya’nın kuzeyindeki tatlı liman kenti Kiel’e yeni bir Zohran kazandırdılar.

    10. yılına girerken 15 Temmuz sonrası sivil-asker ilişkilerinin bir muhasebesi

    2024 Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde ortaya çıkan yemin krizini, 2016 sonrasındaki geniş spektrumlu radikal reformların bir parçası olarak yeniden tasarlanan askerî eğitim sisteminin sekiz yıllık uzun bir sürenin sonunda hangi meyveleri verdiğini görünür kılan bir “belirme” (emergence) ânı olarak okumak; ve onu, bu kez askerin siyasal iktidara tuttuğu bir ayna olarak görmek yararlı olur. Bu çıkış, TSK’nın tarihsel kimliğini oluşturan kültürel, sembolik ve söylemsel kodlarla, siyasal iktidarın inşa etmeye çalıştığı yeni askerî normatif düzen arasındaki fay hattına işaret etmektedir.

    Erdoğan’ın ötesi…

    Erdoğan’ın siyasi anlamı, son yazımda sözünü ettiğim sadece gerçekleştirdiği büyük dönüşümün yanında, yeni global dalgayı temsil etmesinden geliyor. Erdoğan’ın otoriter güç siyaseti bu dalgaya uyumlu, doğrulanma/doğrulanma kaynaklarını bu dalgadan, bu dalgayı kuşatan global gelişmelerden alıyor, güç ve değer arasında ilişki kurarak onu tam temsil ediyor Erdoğan’ın üzerinde sörf yaptığı milliyetçilik, güçlü devlet ve gelecekle, yeni global siyasi iklimle kesişiyor.

    SAÇMALAMAK SUÇ DEĞİLDİR: Hukukun üstünlüğü ve “Öteki”nin özgürlüğü üzerine bir deneme

    Mesele Enver Aysever değildir; mesele, Türkiye’de yargının, kanunları kılık olarak araçsallaştırarak sevmediğimiz fikirler karşısında takındığı tavırdır. İster istemez şu soruyu sormak zorundayız: Özgürlük, gerçekten bu kadar savunmasız mı? Bir insan sırf “yanlış”, “rahatsız edici”, “tahrik edici” ya da açıkça “saçma” konuştu diye özgürlüğünden mahrum edilebilir mi? Hukuk devleti iddiasını ciddiye alan herkes için bu sorunun cevabı nettir: Hayır.

    Çözüm: Etnik kimlikleri desteklemeliydik

    Etnik kimlikleri bastırma ve ulus devleti tek bir etnik kimliğe bağımlı hale getirme hırsı, bir varolma kavgasına yol açtı. Güney Afrika’daki kanlı tecrübeyi yakından yaşamış bir insan hakları savunucusu olan Avukat Bhabha şöyle diyor: “Etnik kimlikleri bastırmakla hata ettik. Tam tersine onların da sesinin duyulabildiği yeni bir ulus-devlet fikrini kurmalıydık.”

    Erdoğan Türkiye’nin siyasi serüveni içinde nereye oturuyor?

    Kim ne derse desin, Erdoğan, son 20 yılda ülkede gerçekleşen tarihî bir değişimin ve sosyolojik bir dönüşümün simgesi ve taşıyıcısı olmuş, modernist cumhuriyet modelini ters yüz etmiştir. Muhafazakâr kesim bu faktörü, her tür sosyal-ekonomik girdinin ve hukuk devleti sorunlarının önünde değerlendirmiştir. Bunun önemini muhalif zihinler her zaman hafifsemiştir. Bunları gören, karşı siyaset üreten muhalefet olmadıkça durum pek kolay değişmez.

    Suriye bir kere daha çözümü bozabilir mi?

    10 Mart için yıl sonuna kadar süre var ve SDG adım atmazsa bir askeri operasyon olabileceği söyleniyor. Ama bu takvim ABD’de de Kongre’nin Sezar Yaptırımları’nı kaldırmak için öngördüğü takvimle çakışıyor. SDG’ye dönük bir askeri operasyonla Kongre aynı zamanlara denk gelirse? Ve ortaya yeni savaş görüntüleri çıkarsa? Kongre yaptırımları kaldırır mı yine de? Böyle bir çatışma Türkiye’deki sürecin sonunu getirmez mi? O yüzden her iki tarafın da dikkatli olması gereken bir dönemdeyiz.

    Tülay Hatimoğulları: ‘Kadını görmeyen bütçe bizim bütçemiz olamaz’

    Okumuş yeni kuşak kadın siyasetçiler, toplumun her alanında etkilerini hissettirdi. Meclis kürsüsünde özgüveni yüksek kadın konuşmacılar toplumun takdirini kazandı; Meclis’te adeta “kadın aşısı” oldular. Tülay Hatimoğulları, bu zorlukları göğüslemiş genç kuşak kadın siyasetçiler topluluğunun bir üyesi. Hatimoğulları, TBMM kürsüsünden şöyle sesleniyor: “Sevgili kadınlar… Toplumsal eşitsizlikler, erkek şiddeti, kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri hızla artıyor; yargı erkeği korumaya devam ediyor..."

    Monaco GS’yi daralan oyunu ile yendi

    Daralan oyunlara borçlu olduğu başarıyı, geniş sahaların belirsizliğinde aramak tuhaf değil mi? Standart bir oyun ilkesi olarak kabul edilen pozisyonel futbol, Şampiyonlar Ligi'ne katılan birinci sınıf takımların hepsinde daralan örgülerden dinamizm üretme üzerine kurulu. Oysa Okan Buruk'un hala bölgeci ve mevkici bir anlayışta diretmesi, hem şaşırtıcı hem de hafif bir küçümsemeye yol açıyor. Bu ısrar, Avrupa'nın elit kulüpleri karşısında Galatasaray'ı savunmasız bırakıyor.

    İstanbul Erkek Lisesi’nde adalet krizi: Gençler neden okul yönetimine güvenmiyor?  

    İstanbul Erkek Lisesi’nde bazı kız öğrenciler hakkında bir liste hazırlandı. Bedenleri puanlandı, kategorilere ayrıldı, alay konusu edildi. Bu süreçte kimse okul yönetimine gitmedi. Çünkü öğrencilerin gözünde yetişkinler ya yoktu ya da duymayacaktı. Adalet, bu kez yine okul koridorunda arandı.

    Dortmund’daki ‘Vatan Haini Köpekler’ ve Fatih Altaylı’nın hukukunu savunmak

    Ben, 1997’de Dortmund’da o stadyumu dolduran 50 bin kişinin izzetini ve onurunu, bugün Fatih Altaylı’nın hukukunu savunarak koruduğuma inanıyorum. Çünkü biz, “bize taş atana gül atan” bir medeniyet iddiasıyla yola çıkıp, eline güç geçince o gücü kaybetmeme uğruna her kötülüğü meşru görüp herkese taş atanlardan olamayız.

    ‘Şimdi değilse bile bir gün mümkün olacak’

    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) düzenlediği Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı hafta sonu İstanbul’da toplandı. Dünyanın değişik yörelerinden, çatışma çözümünde rol oynamış isimler tecrübelerini aktardılar. Barış süreçleri, öylesine zor etaplarla karşılaşır ki, önce kendinizi böyle bir projenin içindeyseniz, sakin olmaya ve sabretmeye alıştırın.

    PKK zaten bitirilmiş miydi?

    Süreç başladığından bu yana en yaygın itiraz PKK’nın zaten bitirildiği, bu çözümün nereden çıktığı oldu. Halbuki PKK’nın askeri olarak sonuç alabilmesinin imkansız olması ve hareket kabiliyetinin minimize edilmesi başka PKK’nın bitirilmesi başka bir şey. Ayrıca Türkiye PKK’nın bittiğini ilk kez duymuyor. Geçen hafta Ankara’da konuştuğum bir üst düzey güvenlik yetkilisi “PKK’yı dağdan ancak Öcalan indirebilir. Yoksa yıllarca daha o dağlarda kalırlar, bir şekilde varlıklarını sürdürürler” derken süreçle yakalanan fırsatın değerini anlatmaya çalışıyordu.

    Teostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu

    Son zamanlarda artan deizm, ateizm, irtidat teşebbüslerinin neden yaygınlaştığı sorusu üzerinde düşünülmesi gereken bir soru. Yeni sorulara eski cevaplar vermekle sorunu çözmek zor. Dinden kaçışın sebebi dünya sevgisi değil, din ve dünya arasında yaşanan kopernik devriminin hesaba katılmaması ve dinden maksadın yenilenememesi.

    Türkiye’deki 7 muhalif türü 

    Yedi muhalif türü veya modu, aynı fotoğrafın farklı filtreleri gibi. Hepsi aynı yorgunluğu taşıyor. Boomer amca tansiyon ilacını içerken, Woke genç vegan ürün kovalarken, Sokak Röportajcısı alkış beklerken, tam olarak neyi istiyor? "Normalleşebilmeyi” mi? Yoksa “kapağı daha zengin bir ülkeye atabilmeyi” mi? Sonuç olarak aynı apartmanda yaşıyor, farklı dairelerden bağırıyorlar. Aidat yine artıyor, WhatsApp yine susmuyor…

    Özgürlükten kaçışın hikayesi: Büyük engizisyoncu üzerine notlar

    Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’indeki Büyük Engizisyoncu bölümünde Ivan Karamazov’un kardeşi Alyoşa’ya anlattığı alegorik hikaye, İsa’nın Engizisyon dönemi İspanya’sına yeniden döndüğü hayali bir sahneyle açılır. İsa, mucizeler gerçekleştirdiği için halk tarafından hemen tanınır ve sevgiyle karşılanır. Fakat aynı gün kilisenin en yüksek otoritesi olan Engizisyoncu tarafından tutuklanır. Çünkü O, insanların unuttuğunu sandığı bir özgürlüğü yeniden dünyaya getirmiştir.

    Mutluluğun resmini yapamayan ressam

    Abidin Dino 32 yıl önce bugün, 7 Aralık 1993’de mutluluğun resmini yapamadan veda etti hayata. Ama sonradan dizeleriyle yanıtladı kadim dostu Nâzım’ın “sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” sorusunu: “… dolaşsaydık Türkiyeyi /bir baştan bir başa./ Yattığımız yerler müze olmuş, /Sürgün şehirler cennet. /İşte o zaman Nazım, /Yapardım mutluluğun resmini /Buna da ne tual yeterdi; /ne boya...” Olsun… O da hüznü sevinci, umudu direnişi, hayalleri, ilhamıyla zengin mirasımıza, “dünya malı”mıza eklendi belki.

    CHP’nin ‘Kürt Sorunu’, Kürtlerin sorunlarını çözebilir mi?

    CHP’nin komisyon raporunda sıraladığı 11 öneride bu komisyonun kuruluş amacı olan silah bırakma yasası meselesiyle ilgili hiçbir şey yok. Önerilerde 19 Mart tutuklularının bırakılması var ama PKK tutuklularının ne olacağı yok. Silah bırakacak, kendini tasfiye edecek PKK’lılar ne olacak? Yok. CHP Kürt Sorunu’nu da şu maddeyle çözeceğini düşünüyor galiba: “Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratik Siyaset Ortamın Oluşturulması”. Anadilde eğitim, vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlerinden güçlendirilmesi? Hiçbir somut vaat ve öneri yok.

    Barış sürecinde iç siyasetin sahne alma zamanı…

    Başlangıç hızlı ve etkili oldu. Kimi engeller aşıldı, kimi gerekler yerine getirildi. Bunlar bir bütün hâlinde silahsız, şiddetsiz bir Kürt meselesine, PKK’sız bir Türk siyaset arenasına doğru ciddi bir ilerleyişi gösteriyor.

    İsrail, Eurovision’un cenazesini nasıl kaldırdı?

    Eurovision’u düzenleyen EBU, tepkilere rağmen İsrail’i yarışmadan diskalifiye etmedi. Bu karar üzerine; İspanya, Hollanda, İrlanda ve Slovenya yarışmadan çekildi. Diktatörlüklerin, iç savaşların, duvarların, soğuk ve sıcak savaşların sekteye uğratamadığı Eurovision’u İsrail’in yüzsüzlüğü paramparça etti. Boş bırakılan sahnelerin İsrail tarafından hevesle doldurulması, bu sahnelerin neden boş bırakılmaması gerektiğinin en büyük kanıtı. Halkın yoğun ilgisine, Avrupalı seyircilerin özlemine rağmen yarışmadan çekilen Türkiye, Filistin’in sesini ve hikayesini taşımak için Eurovision’a geri dönmeli; Eurovision’u düzenleyen elitlere karşı dünyanın vicdanı sahneye taşımalı.

    Evrim bir Din midir?

    Bir bilimsel teori, hayranları veya düşmanları tarafından ideolojik olarak sahiplenilebilir, mitleştirilebilir veya belki kutsallaştırılabilir, ancak bu kültürel yansımalar/okumlar onun bilimsel karakterini değiştirmez.

    Bir geceliğine fanatik oldum

    Bu kez yenmek umudu içindeyiz. Fenerbahçe bu maçı kazanır, kazanmalı. Maç başlıyor. Takım her zamankinden farklı bir taktikle oynuyor. Topu Fener kalesiyle orta saha arasına getiriyorlar. Oradan Galatasaray kalesine şişiriyorlar. Rakip takımın savunması daha uzun boylu. Rahatça o topları kesiyor. Halbuki Fener’in oyuncularının top hakimiyeti daha yüksek, yerden ilerleme olanakları daha fazla. Fener taraftarı tedirgin. Oynanan oyundan memnun değil. Seyirci, öfkesini GS tribünlerine yöneltiyor. Örneğin maç dışında bir yerde görseniz “salon beyefendisi” diye adlandırabileceğiniz bir Fener taraftarı ayağa kalkıyor ve saydırmaya başlıyor. Ben bu üslup karşısında şaşkın şaşkın bakıyorum.

    Çözüm Süreci’nde top MİT’ten Meclis’e geçti

    PKK militanları bazıları kilometrelerce uzunlukta olan bir kısmı hastane bazıları sosyal tesise dönüştürülmüş ve on yıllardır her türlü askeri operasyona rağmen ellerinde tuttukları mağaralardan ve üs bölgelerinden Irak’ın Türkiye sınırının daha iç kısımlarına doğru çekildiler. Bu adımla MİT, PKK’nın silah bıraktığını hem devlete hem de Meclis’e teyit etti.Bu teyit kritik, çünkü devlet ve Meclis adım atmak için bu teyitin gelmesini bekliyordu. Ve top artık siyasetin ayağında. MİT ayağa pası attı, kaleyi görüp topu ağlara bırakma sırası siyasette…”

    İmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı?

    CHP’nin İmralı kararı üzerine “çok şaşırdım, üzüldüm, CHP nasıl böyle bişey yaptı, hayret yani!” anlamında yazıp çizen demokratlara şaşırıyorum. Nasıl bir krediymiş ki bu onlarca yıldır bitmiyor ve her hatası “sen olsan yapmazdın biliyorum” edasıyla karşılanıyor. Gel “heval sana bi sarılayım”ın devri geçti. “Tekne kalkıyor, geliyor musun geliyor musun?” diye soruyorlar insana.

    CHP gitse miydi, gitmese miydi?

    Bugün bile çözümün anahtar partisi olarak görülebilir. Devlet içinde etkili. Türkiye’nin batısının sürece ikna edilmesi açısından bir ağırlık. CHP’nin süreçte kalması gerekli ve işlerin sağlam yürümesi bakımından bir teminat. CHP’nin İmralı’ya gitmemesiyse bir siyasi tercih. Bunu bir felaket senaryosuna dönüştürmek yanlış. Sonuçta CHP toplumdaki bir eğilimi yansıtıyor. Heyete katılmamaları, gerilim konusu yapılmamalı. Ancak CHP’nin süreçte kalması olmazsa olmazdır.

    Korku Avrupa’yı felç mi ediyor?

    Ukrayna’da savaş ortamı sürdükçe, Avrupa’daki korku psikolojisi de derinleşerek devam edecek. Bu psikoloji, Avrupa ülkelerinde yeni analizleri, yeni çözüm ve yüzleşme arayışlarını beraberinde getiriyor. Zayıflık psikolojisinin, Avrupa’daki siyasi cesareti kırdığı, bu nedenle de Avrupa’nın Ukrayna krizi konusunda net bir hamle yapamadığı açık.

    Büyük ülkenin, küçük insanları…

    Hizbullah Genel Sekreteri’nin Papa ziyaretiyle ilgili ADD Genel Başkanı’ndan daha ilerici ve laik olabildiği bir coğrafyada yaşamak kaderimiz olmamalıydı. Büyük Türkiye hayalleri kuranların çoğunun çok küçük bir dünyaları var. O dünyaya artık Türkiye sığmıyor. Maalesef küçük insanların da büyük bir ülkesi olamıyor.

    Başkanlık sistemi CHP’yi çözüme zorluyor

    Çözüm Süreci sona ermişti ve CHP’nin sahici bir adım atılmasını talep etmeden sadece konuşarak durumu idare etmesi uzun süre mümkün olabildi. Bahçeli, “E haydi buyur, çözümün gereklerini yap” dediğinde, CHP İmralı’ya giden tekneye binemedi. Çok erken gelen bir krizdi bu. Erken olduğu ölçüde CHP’yi de hazırlıksız yakaladı.

    Avustralya Parlamentosu’nda burka krizi: Müslümanların hakkını Çin asıllı Dışişleri Bakanı savundu

    Avustralya Parlamentosu’na burka giyerek giren Pauline Hanson’ın provokasyonu, sıradan bir protesto olmaktan çıkıp çokkültürlü toplum yapısını hedef alan bir krize dönüştü. Asıl kırılma ise Dışişleri Bakanı Penny Wong’un kendi aile geçmişinden örneklerle yaptığı sert konuşmayla yaşandı; tartışma güvenlik söyleminden çıkarak saygı ve aidiyet meselesine dönüştü.

    Eve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek

    En son Bese Hozat’ın "biz eve dönmek değil, siyaset yapmak istiyoruz" çıkışı "bakın eve dönüş istemiyorlar " diye lanse edildi. Halbuki eve siyaset yapmak için dönmek istiyoruz demişti. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Ama dün PKK’yi ve legal Kürt siyasetini şeytanlaştırarak seçim kazanma stratejisi, bugün ayak bağı hâline geldi. Kamuoyu çözümden teslim olmayı bekleyince karşı taraf da öyle olmadığını hatırlatıyor. Bu da “hani silah bırakmışlardı” itirazlarına neden oluyor. Bunu düzeltmek için sürece bazı nefes boruları açılması. Bunlardan ilk Demirtaş’ın bırakılması olmalı.