TÜM YAZARLAR

Devamı

    “Münfesih terör örgütü”

    Cumhurbaşkanı’nın hafta sonu konuşmasındaki esas manşet şuydu. Erdoğan, PKK için “münfesih terör örgütü” dedi. Buradan ne anlıyoruz? Devlet için PKK artık kendini feshetmiş bir örgüt. Çözüm sürecinde ırmağın yarısı geçildi. Artık geriye dönüş mümkün değil…

    Üçüncü demokrasi şafağını sonlandıran 29 Ekim ve cumhura karşı Cumhuriyet

    Kürtler ve Aleviler düğümü çözmeden, “cumhurla barışmış bir cumhuriyet” ya da demokratik cumhuriyet yani gerçek cumhuriyet kurmak mümkün değil. “Doğru Türklük” kalıbını gevşetmedikçe, Kürt’le Türk’ün birlikte nefes alacağı bir alan açılamaz. Alevi meselesi çözülmeden Cumhuriyetin laiklik iddiası eksik kalır.

    Üniter devletin geleceği: Korkuları aşmak, toplumsal barışı ve stratejik fırsatları yakalamak

    Anayasa, Türkçeyi "devletin resmi dili ve ortak iletişim dili" olarak korumaya devam etmelidir. Ancak bunun yanında “vatandaşların anadillerinde eğitim ve öğretim görebilme hakkını tanıyan” bir güvence hükmü eklenmesi mümkün ve gereklidir. Anayasa Uzlaşma Komisyonu sürecinde rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in önerdiği Bulgaristan Anayasası modeli, bu dengeye iyi bir örnektir: “Bulgar dilinin öğrenilmesi ve kullanılması, her Bulgar vatandaşı için bir hak ve yükümlülüktür. Anadili Bulgar dili olmayan vatandaşlar, zorunlu Bulgarca öğrenimi yanısıra kendi dillerini öğrenme ve kullanma hakkına sahiptirler. Resmi dilin kullanılacağı haller kanunla belirlenir.” Bu formül, resmi dili korurken anadilin kullanılması ve öğrenilmesi hakkını da güvence altına almaktadır.

    Adaletin meşruiyet sorunu: Güç, duygu ve inanç

    “Sedat Peker’in avukatı” denildiğinde artan güven, sistemin değil gücün meşruiyet kazandığı bir çağda yaşadığımızı gösteriyor. İnsanlar artık adaleti ilke ya da kurumlarda değil, karizmatik figürlerde arıyor. Dr. Melfi sustu, Dexter konuştu. Biri uygarlığın iç sesi, diğeri onun bastırılmış öfkesi. Peki bugün kim haklı? Mahkemeler hâlâ karar veriyor, ama kimse adaletin varlığına gerçekten inanmıyor.

    Deprem yargılamalarının sessiz tanıkları: Bilirkişi raporları neden ne hukuki ne bilimsel bir değer taşımıyor?

    Adalet Bakanı'nın konuşmasından yapılabilecek en önemli çıkarım, Deprem soruşturma ve kovuşturmalarında adil ve hızlı bir sonuca ulaşılabilmesi, ancak nitelikli bilirkişi raporlarıyla mümkün olduğu gerçeğidir. Bu cümle, gerçeği tüm çıplaklığıyla özetliyor. Çünkü nitelikli bir bilirkişi raporu, hem tasarım, yapım ve kullanım süreçlerindeki yükümlülük ihlallerini doğru biçimde tespit eder hem de bu ihlallerle yıkım arasındaki nedensellik bağını somut ve denetlenebilir biçimde kurar. Ancak sahadaki gerçeklik bu idealle örtüşmüyor.

    Sürecin yapısına Demirtaş’tan itiraz

    Devlet, yaraları açmadan PKK’yi silahsızlandırmak isterken; PKK kanadı ise yaraları açmadan ‘Öcalan’ın özgürlüğü’ söylemini öne çıkarıyor. Demirtaş’ın önerisi ise tam burada ayrışıyor: yaralar açılmadan, dil devreye girmeden ve toplumsal yüzleşme gerçekleşmeden kalıcı bir çözümün mümkün olmayacağını savunuyor. Yani süreci toplumsallaştırıyor; oysa devlet şimdilik bu toplumsallaşmadan bilinçli biçimde uzak duruyor.

    Herkesi özgür bırak, ama kimsenin de düşmesine izin verme

    Bu hafta Hollanda sandık başına gitti ve tüm ezberleri bozdu. Seçimleri Filistin’i destekleyen sosyal liberal parti D66 kazandı. %17 oyla birinci olan D66’nin 38 yaşındaki lideri Rob Jetten, hem ülkenin en genç hem de ilk eşcinsel başbakanı olabilir. İsrail’e karşı en sert yaptırımları savunan Rob Jetten’in sırrı ise Trumpların dünyasında duruşundan taviz vermemek ve somut vaatlerini eğlenceli, net ve sahici bir şekilde anlatmak. Ve tabii ki çok iyi bir TikTok kullanıcısı olması.

    Akademi hakikatin peşinde midir?

    Akademi büyük bir israftır desem haksızlık olur. Ancak acı gerçek şudur: Normalde akademik üretimin yüzde doksanı zayiattır. Kimine göre dolgu malzemesidir, diğer kısım kırılmasın veya taşınabilsin diye. İyimser bir nazarla katlanılması gereken bir ekosistem unsuru olduğu söylenebilir. Birkaç yerde çiçek açsın diye geniş bir bahçede yeşillik lazımdır. Keşke sorun sadece vasatlık olsaydı. Akademideki amaca yabancılaşma düzeyi aslında korkunç boyutlardadır. Ama ağlayanı yoktur.

    Bakışı anlatır…

    “Hamaset Edebiyatı” sazlı sözlü sanatların popüler dalı. Açık öğretim fakültesinden ilk sağa dön, tarihi kapısına çakılı plastik tabelası karşında. Oksimoron misali eğreti dursa da “diktatör edebiyatı” diye alt dalı bile var. Kahramanlık, yiğitlik deyince hem ufukta, hem burnunun dibinde düşman(lar) da gerek tabii. Bitevi bir asabiyet, öfke, hınç, intikam, alaycılık, küçümseme de 32 kısım tekmili birden sızıyor o söyleme. Fotoğraflarına bile…

    Mami, IKE ve Hüseyin-2

    Hüseyin Gün’ün tuhaf ve karanlık bağlantıları olan biri olduğu açık. Ama casus mu? En azından bu soruşturma evraklarında kim adına ve nasıl casusluk yaptığı anlaşılmıyor. Mesela İBB’den bilgi ve belgeleri alıp hangi istihbarat örgütüne ya da hangi ülkeye vermiş? Bu sorunun cevabı soruşturma evraklarında yok.

    29 Ekim Tanzanya seçimleri

    65 yaşındaki Başkan Samia, havalı ve karizmatik bir kadın. Dört yıldır ülkenin başında. Ancak kendisinin sıcak ve sevimli görünümüne, parlak ve şık kıyafetlerine, partisinin renklerini yansıtan yeşil ve sarı giysilerine kanmamak gerekiyor. Samia, en büyük rakibini hapse atmış ve diğer önemli rakibinin seçime girmesini engellemiş. Samia, iktidardaki partinin yani CCM’nin lideri. Partinin iktidardaki kökleri 48 yıldan da eskilere uzanıyor.

    Mami, IKE ve Hüseyin-1

    Açık ki karşımızda bir James Bond casusluk hikayesi de bir Tuncay Güney kumpası da yok. Ama kesinlikle Hüseyin Gün, Netflix’te belgesel olmayı hak ediyor.

    102 yıl önce Cumhuriyet nasıl ilan edilmişti

    29 Ekim sabahı, saat 10’a doğru, üyeler oturuma çağrıldılar. Parti grup toplantısını Ali Fethi (Okyar), açtı. Oturum başladı. Söz alan çıkıp konuşuyordu. Mırıltılar artıyordu: “Mustafa Kemal neden Meclis’e gelmiyor? Bu konuyu ondan dinlemek istiyoruz” diyorlardı. O, diş ağrısı ve nezleyle baş etmeye çalışıyordu. Kalktı, giyindi. İstiklal madalyasını taktı. Öğleden sonra Meclis’e geldi ve kürsüye çıktı. Sorulan sorulara cevap vermek üzere meseleyi bir saat kadar gözden geçirdi, hazırlık uzayınca kızdı.

    Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı?

    Yazarımız Etyen Mahçupyan’ın 23-24-25 Ekim 2025’te yayınlanan ‘Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı?’ yazılarını tek bir yazı haline getirip yeniden yayınlıyoruz.

    Kim öldürecek: “katil çocuklar” mı “çocuk katiller” mi?

    Dünyanın aşağı yukarı tamamında 14 yaş altı çocuklar için hiçbir ceza öngörülmüyor. “Bu bir skandal! Olmaz böyle ülke, gitmek lazım bu ülkeden” diyenlerin derdine tek çare ise İran ve Suudi Arabistan. Otoriter bir rejime muhalefet ederken hukuku esnetilebilecek, zaman zaman egolarının tatmini için kullanılabilecek bir sex-toy zannedenler, beraat etmiş 15 yaşında çocuklar için Talibanvari kırbaçlı, satırlı, kısaslı infaz isteriz diye çığırabiliyor.

    Golften gelen kankalık: Trump ve Stubb

    Amerikan medyasındaki yorumlarda Stubb’ın golf geçmişinin Trump nezdinde en baştan bir yakınlık ve güven duygusu yarattığı sıkça not ediliyor. Florida’daki ilk buluşmanın senatör Lindsey Graham’in aracılığıyla uzun bir güne yayıldığı, Stubb’ın üniversite yıllarında Güney Carolina’daki Furman’da golf bursuyla okuduğu vurgulanıyor. Görüşme sonrası Trump’ın, buz kıranlar dahil yeni işbirliklerini öne çıkaran mesajlar vermesi, bu yakın temasın ilk somut yansımaları arasında gösteriliyor. Ancak bütün bunları değerlendirirken, Rusya-Ukrayna savaşını da dikkate almakta yarar var.

    PKK neden Schrödinger’in kedisine benzedi?

    PKK’nın durumu Kuantum fiziğinin meşhur Schrödinger'in kedisi deneyine benziyor. Kedi hem var hem de yok. PKK kendini feshetti, silahlara veda mesajı için tören yapıp yaktı ama PKK’lıların ne olacağıyla ilgili kararı Meclis verecek. Meclis’ten yasa çıkana kadar PKK’lılar adı PKK olmayan ve silah bırakmış bir örgütün silahlı militanları olarak kamplarda yaşayacaklar. Çünkü gidebilecekleri başka bir yer yok. Dağlarda silahlarını atarak yaşamayı da herhalde onlara kimse tavsiye etmiyordur. Bir geçiş sürecindeyiz.

    Numan Kurtulmuş’un umutları ve kaygılar

    TBMM Başkanı’nın, umut verici, heyecanlı saptamaları, ülkemizin bir gerçeğini, yani barışçı döneme girmekte olduğumuz gerçeğini ifade ediyor. Numan Kurtulmuş’un sözlerini önemsememek mümkün mü? Silah ve çatışma döneminin sona ermesine sevinmemek mümkün mü? “Ankara’da hava nasıl?” diye, barış konusunda en çok çaba sarf eden DEM Parti milletvekillerine sordum. CHP’lilere sordum. CHP’liler, belediye operasyonlarının, onların seçmenlerinde öfkeye yol açtığını dile getirdiler.

    Menzile doğru bir adım daha

    Sabri Ok, açıklamadan sonra basın mensuplarının sorularını yanıtlarken de çok dikkatli ve yapıcı bir dil kullanmaya özen gösterdi. Bir gazetecinin “Devlet bu süreçte beklediğiniz adımları atmaz ve süreç bozulursa ne yaparsınız?” sorusuna “Hem gerçekçi olmalı hem de olumlu düşünmeliyiz. Beklentimiz, bu tarihi adımda herkesin üzerine düşen sorumluluğu istenildiği gibi yerine getirmesidir” cevabını verdi. Küçük ya da büyük menfi bir hadise olduğunda hemen “Süreç bitti” diye gizlemedikleri bir sevinçle ortaya atılanların bu “Olumlu düşünmeliyiz” vurgusundan çıkaracağı çok ders olsa gerek. PKK’nin Türkiye’den çekilmesi sürece dair toplumsal güvenin artmasına katkıda bulunmasının yanında Suriye’ye tesirleri olacaktır.

    Tanrı’nın Ölümü, İnsanın Ölümü

    Tanrı'nın arkeolojisini yapınca karşınıza insanın insaniyet hakikati çıkıyor. Ya ikisini birden kaybediyorsunuz, ya da birini kazanmaya çalışınca ikinciyi de yeni bir şekilde kurmakla meşgulsünüz.

    Zamanın çöküşüyle yazmak: Krasznahorkai ve Düşüşün Estetiği

    László Krasznahorkai'nin edebiyatı yalnızca kelimelerle örülmüş bir anlatı değil, aynı zamanda görüntüye de dönüşmüş bir zaman deneyimidir. Bu dönüşümün en güçlü örneklerinden biri, Béla Tarr ile birlikte yarattıkları sinema evreninde kendini gösterir. Özellikle Şeytan Tangosu romanından uyarlanan 7,5 saatlik Sátántangó filmi, yalnızca sinema tarihinde değil, çağdaş edebiyatın görsel izdüşümlerinde de nadir rastlanan bir derinliğe sahiptir.

    Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3)

    Üç günlük bu kısa yazı dizisi, iktidar ile muhalefet arasındaki büyük asimetriyi ortaya koymuş olmalı. Sadece zihniyet ve ideoloji açısından değil, hedeflerin ve stratejilerin berraklığı, siyasi tasarrufların ardına konmuş olan irade, büyük resmin değerlendirilmesi, gerçekçi yol haritaları açısından iktidar çok önde. İktidarın vasatlığı ve ‘yanlışlarına’ bakarak kaybedeceğini ummak, bununla yetinmek, herhalde makbul bir siyaset olamaz.

    Bir röportajın uzun tarihi…

    Fatih Altaylı’nın Öcalan’la Lübnan Barelias kasabasında yaptığı röportaj ilk kez yayınlandı. Röportajın tam tarihi 19 Aralık 1996. Yani Susurluk Kazası’ndan sonra, 28 Şubat’tan önceki ara bir dönemde yapılmış. Bu röportajla ilk kez Öcalan’ın ağzından Başbakanlıkları sırasında Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan’ın Öcalan ve PKK ile kurdukları temasları duyuyoruz. Ama bizzat bu röportajın kendisi de bir başka devlet-PKK diyaloğunun parçasıydı. O anlamda tarihi bir belge var karşımızda.

    Diktatörün hevesi

    Diktatörleri, hatta otoriter liderleri mihenge vururken sanat elde var bir. Rengi hemen ortaya çıkıyor. Sanatın imkânlarını da -ayıklaya ayıklaya- kullanıyorlar tabii. Hamaset dediğin kafiyeli, melodik, manzaralı, biraz da “sanat-sal” olmalı… “Sanat”ı, sanattan anladığı da başa dert. Bir bakıyorsun o “sanat”la ülkeyi donatmış! Kenan Evren misal. Onun resme dair vefasız, çapsız ânî hevesinin miladında ise maalesef Picasso var! Sebeb-i telifi oralardan.

    Sanae Takaichi: Trump’ın metalci kankası, Japonya’nın topuklu samurayı

    Sanae Takaichi, bu hafta Japonya’nın ilk kadın başbakanı seçildi. Takaichi çok ilginç biri. Sıkı bir heavy metal hayranı, yetenekli bir baterist, motorsiklet tutkunu bir koleksiyoncu. Turist ve göçmen karşıtı. Çin düşmanı. Trump’ın en cool kankası. Sıkı bir Japon milliyetçisi. Kadınların bekarlık soyadlarını taşımalarına, kadın Japon hanedan üyelerinin tahta geçmesine, eşcinsel evliliğe karşı bir muhafazakar. İki lakabı var: Margaret Thatcher hayranı olduğu için Demir Leydi, muhafazakar olduğu için Taliban Takaichi.

    Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2)

    Bugün İttihatçılık hem Kemalizm’in yıpranmasından hem de değişen konjonktürden güç alarak ‘partnerinin’ yükünden kurtuluyor. Böyle bir adım kendini farklılaştırmayı, ‘ötekinden’ farklı yönlerini vurgulamayı gerektirir. Yeni İttihatçılık da bunu yapıyor. Kemalizm’in otoriter zihniyetinin karşısına kendi ataerkil anlayışını koyuyor.

    Arşivimden: 1990 tarihli bildiri ‘Doğuda savaşa son’

    ... Kürt ve Türk sosyalistlerinin tanınmış isimleri ortak bir metnin çevresinde ortak bir mesaj verdi... Türk solu için o zamanlar Kürt meselesi tabuydu. Bugün ise TBMM’nin komisyon kurarak çözüm aradığı bir dönemden geçiyoruz. TBMM’de kurulan “Kardeşlik Komisyonu”, çok değişik çevreleri bir araya getirdi. Milliyetçisi, dindarı, solcusu, sağcısı, demokratı, Alevisi, Sünnisi, silahların sustuğu, adaletin egemen olduğu bir Türkiye’de yaşamak istiyor.

    Kemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (1)

    Yeni İttihatçılık konusunda son beş yılda çok sayıda yazı yazdım. 2016 Temmuz sonrası oluşan ve halen adım adım inşa edilen yeni rejimin sadece cumhurbaşkanlık sistemiyle sınırlı olmadığını, İttihatçı perspektifi günümüz koşullarında yeniden gündeme taşıyan ve dolayısıyla Cumhuriyet’i yeniden kurmayı hedefleyen bir iradeyi yansıttığını ileri sürdüm. Çeşitli vesilelerle Kemalizm’in söz konusu yeni rejime gerçekçi bir alternatif oluşturmadığını vurgulamak istedim, ancak görüyorum ki (siyasi partileri ve toplumsal tabanıyla) muhalefetin böyle bir idraki olmadığı gibi (reel) Kemalizm’e tutunma çabası da devam ediyor. Dolayısıyla bir kez daha toparlama ve hatırlatma amacıyla 3 yazı kaleme alıyorum. İlki İttihatçılığın avantajlarına işaret ederek yaşananların kavranmasına yardımcı olmak, ikincisi (yarın) Kemalizm ile İttihatçılık arasında zihniyet karşılaştırması yapmak, üçüncüsü (öbür gün) şu an iktidarda olan rejimi ‘yenmek’ için nasıl bir zihniyet ve ideoloji zeminine ihtiyaç olduğuna ve ne tür bir strateji takip edilmesi gerektiğine değinmek üzere.

    Dünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü

    Trump yönetiminin Gazze ve Suriye merkezli stratejisi, aslında yeni bir “kontrollü kriz” dönemine işaret ediyor. Bu tür krizlerde kazananlar, sahayı değil, zamanı iyi yönetenler oluyor. Dolayısıyla Türkiye ve bölgedeki tüm aktörler artık askeri değil, diplomatik refleksleriyle öne çıkmak zorunda. Belki de çağımızın en büyük sınavı, savaşsız kalabilmek olacak.

    Açgözlü ve hırslı bir Fransız hayatımızı nasıl etkiledi?

    Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 2007’deki seçim kampanyasında Kaddafi’den yasa dışı bağış aldığı suçlamasıyla verilen 5 yıllık hapis cezası için Paris’teki La Santé Cezaevi’ne girdi. Sarkozy’nin Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın hayatına doğrudan etkisini pek az kişi hatırlıyor