TÜM YAZARLAR

Devamı

    Türkiye’nin Sanayi İnkılabı

    Türkiye’nin askeri-endüstriyel kompleksi başta Kürtler ve Türkler olmak üzere bütün Müslümanlar için dünya-tarihsel önemde bir başarı hikayesidir. İç siyasetin mide bulantılarıyla bu konuya bakanların göremeyeceği kadar önemli bir gelişmedir.

    Türkiye’nin hayırlı cuması…

    50 yıllık bir sayfa kapanıyor. Bunun olabileceğine inanmak kolay değil. Çünkü kaç nesil bu sorunun içine doğdu. Hayatımızda hep PKK, terör, silah gibi kavramlar oldu. Bunun olmadığı bir dünyayı bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de bize olmaz gibi geliyor Ama oluyor. Önce olanla barışarak başlamalıyız.

    Habemus Papam Baby: Amerikalı Papa, Amerika Kralı Trump’a karşı

    Francis’in ardından göreve seçilen Papa XIV. Leo’yu duyuran kardinalin balkondan haykırdığı üzere: Habemus Papam, artık “Papamız var”. 69 yaşındaki Robert Prevost, dünya tarihinin ilk ABD’li Papası seçildi. Prevost, merhum Papa Francis’in sadık bir çalışma arkadaşı, göçmen hakları savunucusu ve Trump’ın sıkı bir muhalifi. Tam da bu nedenle Sistine Şapel’de toplanan 133 kırmızı cübbeli kardinal sadece yeni bir Papa seçmedi, aynı zamanda Trump’ın karşısında mücadele verecek yeni bir fiili “muhalefet liderini” de belirledi. Hem Amerika hem de Trump’ın gazabından korkan dünya için.

    Bize bir kubbe lazım

    Şimdilerde PKK’nın kendini feshetmesi söz konusu iken, “Türkler ve Kürtler bu devletin ve ülkenin gerçek sahipleri veya efendileridir” ya da “Türkler ve Kürtler ittifak ederlerse bölgenin hakim gücü olurlar” gibi fikir ve öneriler ya da “Kürtler de önce ulus devlet kurmadıkça Türkler, Araplar ve Farslarla barışamazlar” demek 150 senedir sürmekte olan hatadan çok daha büyük bir hatayı ve çatışmayı icad etmek olacaktır. Hakkaniyetli ve adil olanı şudur: Bölgenin bütün dini, mezhebi, etnik ve sınıfsal sosyolojileri bu bölgenin gerçek sahipleri ve efendileridir.

    ‘Yarının çocukları, gülleri için’

    Bahçeli’nin çıkışlarına ve süreçte atılan adımlara dudak büken, ‘dış gelişmeler bunu mecbur kıldı’ diyerek küçümsemeye, ‘Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için yapıyorlar’ diyerek süreci akamete uğratmaya çalışanların; betona çakılmış kazık gibi aynı yerde durmaya devam etmeleri, yıllardır toplumu paramparça eden Kürt sorununun nasıl çözüleceğine dair en ufak bir katkılarının olmaması tesadüf değil. Kendi gettolarında o kadar mutlu ve ‘haklılar’ ki kafalarını dışarı çıkartıp dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışmak onlara zül geliyor. TBMM Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder’in tabutuna sarılı bayrağı bile ‘’AKP Kürt oylarını almak istiyor’’ sığlığından öte yorumlayamıyorlar. Kendileri gibi olmayan birinin ne söylediğini, ne hissettiğini, neler yaşadığını anlamaya empati yapmaya tenezzül bile etmiyorlar.

    ‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor?

    ‘Türkiye Müslümanları,’ Müslüman kelimesinin kapsama alanını daraltan insanların düşündüğünden çok daha fazla. Onlar her yerde ve dolayısıyla Müslümanlığı hiçbir parti temsil etmiyor. Bilakis her partinin içinde dinin müntesipleri ve sevenleri var. Durum buyken, dini belli bir siyasetin güdümüne sokan, dahası bir siyasî partiye taraftarlık üzerinden ‘Müslümanlık’ ölçen tutumlar topluma, insana, ama özellikle dine karşı bir kötülük niteliğini taşıyor.

    68 üzerine bir geçmiş muhasebesi

    68 olayları, çok gerilerde kaldı. Ancak o dönemde yaşananlar, zengin dersler içeriyor. Biz 68 solcuları, geçmişimizi ciddi bir süzgeçten geçiremedik, hatalarımızı ve sevaplarımızı yeteri kadar konuşamadık. 68 olayları, toplumun bir kesimi için felaket günleri, bir kesimi için ulusalcı baskı dönemi, başka bir kesim için de bayram günleridir. 68 Türkiyesi, çok çeşitli siyasi aktörler tarafından farklı şekilde yorumlanıyor.

    Kürt sorunu, PKK sorunu, PKK’lılar sorunu

    Geçmişte, Kürt meselesinin her kritik kavşağında başlığı aynı (“Şu anda hangi mümkün çözümü ıskalıyoruz?”) fakat içeriği o günkü gelişmelere göre farklı çok sayıda takip yazısı yazdım. Bu soruya bugün şöyle bir cevap veriyorum: Şu anda PKK’lıların birer kurşun asker değil ihtiyaçları, arzuları, gelecek kaygıları olan gerçek insanlar oldukları gerçeğini ıskalıyoruz. Bu bakış değişmezse “PKK sorunu” çözülse de “PKK’lılar sorunu” devam eder.

    Gündelik hayatı ve siyaseti şiddetten arındırmak için

    Bir apartmanda temizlik görevlisi olarak çalışan İsmail Aydemir, elinde Tevhit bayrağı ile Filistin’deki soykırımı protesto etmek için yolda yürürken birinin yumruklu saldırısına uğramış ve yaralanmıştı. CHP lideri Özgür Özel o olayda saldırıya uğrayıp ağzı burnu kan içinde kalan İsmail Aydemir’i değil gözaltına alınan saldırganın ailesini arayıp ona “geçmiş olsun” demişti. Tanınmış bir gazeteci “ellerin dert görmesin” diye yazmış, CHP İstanbul Gençlik Kolları ise daha ileri giderek saldırganın posterini yapıp bayraklaştırmıştı. Siyasette ahlaki kuralları kişilerden ve onların tutumundan bağımsız olarak savunmak ve bunu yerleştirmek safdillik, aymazlık veya romantiklik değil gerçekçilik ve basirettir.

    Kürtler ve Deniz Gezmiş…

    “Kürt” demek de o zaman yasaktı. Yasaklar arasında o sözler görmezden gelinebildi. Deniz’in Kürt meselesindeki tavrını ortaya koyan sözleri, 68 Kuşağı’nın bu meseledeki genel duyarlılığının bir kanıtı. Son nefesinde Kürt-Türk kardeşliğine vurgu yapan Deniz’in, idam sehpasında attığı slogan bugün artık çok anlamlı ve değerli bir tarihsel duruşu gözler önüne seriyor.

    Keşmir için patlak veren çatışmanın bana hatırlattıkları…

    Türkiye’nin Hindistan eski Büyükelçisi Yalım Eralp yazdı: Keşmir konusu kolay bir mesele değil. Üç çeyrek asırdır devam ediyor. Ben, üç ayrı ülkeye (Çin-Pakistan-Hindistan) yayılmış olan Keşmir’in tek ve ayrı bir devlet olmasından yanayım. Ama Çin, Hindistan-Pakistan arasında devam eden gerginlikten yana gibi. Hindistan’ın dikkatinin bu konu üzerinde olmasından memnun. Çin-Hindistan ilişkileri pek dostane değildir.

    Barselona’yı 4-3 yenmeyi başaran İnter finalde…

    Inter’in 4-3’lük galibiyeti, pozisyonlardaki “farklılık” süreçlerinin bir yansımasıydı. Inter, rakibin topa sahip olduğu anlarda bile kompakt bir 3-5-2 düzeniyle savunma pozisyonlarını korudu ve hızlı hücumlarla fark yarattı. Barcelona ise topa %60 civarında sahip olmasına rağmen, son vuruşlarda (örneğin, Lewandowski’nin kaçırdığı net fırsatlar) pozisyonun “eksikliğini” yaşadı. Wenger’in bakış açısıyla, Inter’in galibiyeti, pozisyonların etkili bir şekilde “eklemlenmesi” ve fırsatların değerlendirilmesiyle açıklanabilir.

    ÖZEL HABER | Zana, 2016’da Erdoğan’la neden görüşmediğini ilk kez anlattı

    Leyla Zana 2016'da Erdoğan ile neden görüşmediğini ilk kez anlattı. Oral Çalışlar: Erdoğan'a “Leyla Zana ile görüşebilirsiniz. Bir yerden başlamak gerek” dedim. Cumhurbaşkanı, “Bize başvurusu da var, bir değerlendirelim” cevabını verdi. O görüşme gerçekleşmedi. 9 sene sonra, Sırrı'nın cenazesinde Leyla Zana'yı gördüm. Kendisine o günü hatırlatarak, “Neden cevap vermedin?” diye sorduğumda, “Ben köye çekildim. Yetkililer var. Onlar konuşsun dedim” yanıtını verdi Leyla.

    Siyaseti yargı eliyle dizayn etme başarılı olur mu?

    Gücü yoğun bakımda bile olsa yaşatma gayreti bu ülkeye inanılmaz zararlar vermiştir. Kimi zaman komünizm tehdidi, kimi zaman bölücülük tehdidi, kimi zaman irtica tehdidi, kimi zaman ise yolsuzluk tehdidi ile isimlendirilen bu operasyonlar, Türkiye siyasetini bir türlü normalleştirememiştir. Ama hiçbir siyasi dizayn çabası da halkın iradesini ve tarihsel hafızasını topyekûn susturmayı başaramamıştır. Bu ülkenin gerçeği budur: Siyasi mühendislik değil, hakiki temsil kazanır. Tepeden inmeci refleksler değil, halkın sesi galip gelir.

    Bolluk devrinin sonunda öz-yeterliliği düşünmek

    Küresel tedârik zincirleri kırılıyor. Gümrük savaşları başladı. Ve jeopolitik gerilimler aşılmaz çelişkileri işâretliyor. Her koyunun kendi bacağından asılacağı orta vâdeli manzarada bir kilit-kavram (ve dahi bir kilit-pratik) beliriyor: Öz-yeterlilik. Yeterliliğin ön-koşulu elbette “şuurlanma”. Yani önce dışarıda olan-bitenlere dair fert düzeyinde “içsel mesafe”nin tesisi şart. İkincisi, gitgide “çürümesi” beklenen “sosyal durum”un kaçınılmaz ve menfî etkilerinden “doğal durum”a meylederek sıyrılmaya çalışmanın gerekliliği. “Doğal durum”dan kastım karikatürleştirilen “mağaraya dönüş” olmasa da minimal, doğal ve dayanıklı yaşam tarzının benimsenmesi.

    Ölmeyesen Sırrı ölmeyesen!

    Herkesi sarıp sarmalayan samimiyeti ve sahiciliğinden ötürü siyaseten birbirlerinden çok farklı yerlerde duran insanlar bile bir noktada kendilerini Sırrı Abi ile bir gördüler, görebildiler. İdeolojileri, hayat tarzları ve dünyaya bakışları arasında dağlar kadar fark olanlar, onunla kendileri arasında ünsiyet kurdular, kurabildiler. O nedenle, bir Kardeş Türküler konserinde arkasında cümbüş çaldığı Dilber Ay’ın yürekten gelen “Ölmeyesen Sırrı ölmeyesen” deyişi, bu ülkenin insanlarının büyük bir kısmının ortak bir dileğine dönüştü.

    Levent’te toplanan kongre…

    Barış için kongrenin Kandil’de toplanması bekleniyordu. Barış sonrası Türkiye’nin nasıl bir yer olacağı son vazifesini yapmak için saf tutanların Levent’teki “kongre”sinde görüldü.

    İrfanından nasiplenebilecek miyiz?

    Sırrı Süreyya Önder gibi ‘biricik’leri tanımlamaya, onları öyle yapan şeyleri belirlemeye çalışmak ancak bir ölçüye kadar anlamlıdır, çünkü bir noktaya gelir duvara toslarsınız, karşınıza “benzer koşulların ürünü olan öbürleri neden öyle olmamış” sorusu çıkar, tıkanırsınız. ‘Biricik’lerin aynısından üretemeyiz fakat onlardan nasiplenebiliriz.

    Bedenini barışa yatırdı

    2023 sonunda tesadüfen fark ettiği pankreas kanserinin ağır tedavisinin ardından dinlenmesi, kendine ve vücuduna dönmesi gerekirken tam tersine, barış sürecinin ağır yükünü yüklendi. Göz göre göre “bedenini barışa yatırdı” Sırrı. Asaf Halet Çelebi’nin İbrahim şiirini okumaya sürem yetmeyince şöyle tamamlamıştı başkanlık kürsüsünden şiiri… “Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım/ güzeller bende kaldı/ İbrahim/ gönlümü put sanıp kıranlar kim” ve eklemişti “dalları yeşermeyenlere gelsin”. Şimdi, onun eksik kalan son şiirini tamamlama, yarım kalan barış çabasını yeşertme borcumuzu ödeme zamanı.

    Kullu Şey’in Halikun İlla Wechehu

    İnsan öldüğünde bile hayalleri, projeleri, süreçleri devam etmek ister gibidir. İnsanın fenası (gelip geçiciliği), insan kalbinin köksalmışlığı ile çatışır. İnsanın bekası, kalıcılığı iyiliği ölçüsündedir. Kendi dışına akmasa, bir anlama dönüşmese, insan bir hiçtir.

    “Abese ircâ” ile basın özgürlüğü: “İnsan yaşıyorken özgürdür”

    “Dünya ……. Günü” diye karşıma çıkan birçok önemli tarihi “Olmayana Ergi Metodu” ile idrak ediyorum artık. Pratik, ironiye de müsait. Arapçası da harika: “Abese ircâ”. Yani “saçmaya indirgeme”, abesliğini gösterme. Lafla yürütülen gemilerin limanında seçip alıyorum dillere destan lakırdılardan birisini… “Abes”liği kendiliğinden ortada. “Abesle iştigal” gibi geliyorsa, bu ortamda öyle sayılan uğraşılar da önemli.

    1 Mayıs’ın polis şehidinin hikayesi

    1 Mayıs 1977 tartışması bir kere açılıp, herkesin kendi hikayesine dönmesiyle kapanmıştı. Aslında 2 Mayıs 1977 günü tek bir hikaye yani gerçek vardı. DİSK Başkanı Kemal Türkler’in sahibi olduğu, İsmail Cem’in yönettiği Politika gazetesi 2 Mayıs günü “500 bin kişilik disiplinli kalabalığa kışkırtıcı ajanlar ateş açtı. Teröristlerin saldırdığı 1 Mayıs’tan fotoğraflar” başlığıyla çıkmıştı. Hayatını kaybeden 36 kişiden 32’si izdihamda, dördü kurşunla ölmüştü. O dört kişiden biri de bir polis memuruydu.

    Trump, Kanada seçimlerini nasıl kaybetti?

    Bu hafta düzenlenen Kanada seçimlerinin en büyük mağlubu ABD başkanı Donald Trump. Kanada’yı 51. eyalet yapmakla tehdit eden, gümrük vergileriyle Kanada ekonomisinin fişini çekmek isteyen Trump; hem Kanadalılardaki Amerikan karşıtlığını yükseltti hem de anketlerde dibi gören Liberal Parti’ye can suyu verdi. Eski Merkez Bankası başkanı Mark Carney, liderliğini Justin Trudeau’dan devraldığı Liberal Parti’yi Trump sayesinde yeniden zirveye taşıyıp %43.7 ile seçimleri kazandı. Carney’in sürpriz başarısının sırrı; Trump karşıtlığı, kapsayıcı bir vatanseverlik ve ekonomi tecrübesi.

    Kavimlerin hakkı üzerine

    Öcalan’ın çağrısı salt bir fesih talebinin ötesinde, yarım asırdır süren silahlı mücadelenin sona erdiğinin ilanıydı. Öcalan –farkında veya değil- fıkıh usulünde kullanılan “Makasidu’ş Şeria” yöntemini kullandı. Bu yönteme göre hükümler illete mebnidir, aslolan maksattır; illet devam ettikçe hüküm devam eder, illet değişirse hüküm de değişir. İslam dünyasında Türklerin, Arapların veya başka bir kavmin hakkı ne ise, Kürtlerin de kavim olarak hakları o kadardır; ne eksik ne fazla!

    “Türkiye bizim evimizdir”

    Diyarbakır’da DİSA’nın konuğu olan Tuncer Bakırhan, “Türkiye hepimizin evidir, Türkiye hepimizindir. Kendi evimizde çözüm arıyorum diyorum” dedi. Bakırhan’ın Türkiye’nin hepimizin evi olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin herkesin devleti olması zorunluluğunun altını çizmesi, çözümün Ankara’da aranması ve Türkiye’nin aleyhine olabilecek hiçbir faaliyetin kabul edilmeyeceğinin ısrarla belirtilmesinin önemi büyüktü. Bu kapsayıcı ve müspet dilin yaygınlaşması, mevcut süreci hızlandırır ve kuvvetlendirir. Bu dilin kıymetini bilmek gerekir.

    Laissez marcher, laissez parler

    ‘Devrim’ romantizmine hiç katılmadığım ve ‘sosyalist devrim’ dahil hiçbir devrimden kalıcı ve mutlak hayır çıkacağını düşünmediğim halde, haklar için mücadelenin bir gereklilik olduğundan eminim. Hiçbir mütegallibe ve hiçbir muktedir, insanî olana bizzat yönelmiyor ve hakkınız olanı kendiliğinden vermiyor. Haklara ‘verilerek’ değil, ‘alınarak’ kavuşuluyor. O yüzden, iyi ki bu mücadele var, bu mücadeleyi yapanlar var; iyi ki yürüyor, toplanıyor ve konuşuyorlar.

    İktidar sanıldığı gibi oy kaybetmiyor

    Sahası 7-14 Nisan tarihleri arasında yapılan son PANORAMATR çalışması ilginç veriler içeriyor. 19 Mart sürecini “siyasi” görenler yüzde 54 oranında iken, “hukuki”dir diyenler ise yüzde 34 kadar. Mağdur olan parti (CHP) kadar, mağdur eden iktidar partisinin (AK Parti) oy oranları da artmış görülüyor. CHP oy oranını yüzde 4,2 AK Parti de 2,4 arttırmış bulunuyor. İki parti arasındaki fark da CHP lehine yüzde 2,8. Bu çöken bir AK Parti, iktidara yürüyen bir CHP tablosuna pek benzemiyor. Seçmen kucaklayıcı, güven ve umut verici bir siyaset bekliyor. Kutuplaştırıcı boykot politikasını toplumun yüzde 57’si yanlış buluyor.

    İslamsız yapabilir misin?

    Gelenek-sonrası modernliğin bu çocukça taşkınlıklarını tadil etmek için postmodernizm çağı gelip geçtiği halde ve hatta geleneğe yeni baştan daha ağırbaşlı bir hürmetin lüzumu açığa çıktığı halde bugün Batı’dan daha çok Batıcı olanların entelektüel seviyesi trajiktir.

    Borçlular Cumhuriyeti: Tefeci rahipler ve kutsal borçlar

    Sırrı Süreyya Önder’in 29 Ekim 2012’de bir televizyon programında söylediği; “ben bu Cumhuriyetin ne xeyrını görmüşüm” cümlesi 15 Nisan gecesi kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılmasının ardından yeniden dolaşıma girdi. “Ne hayrını görmüşüm diyen Sırrı Süreyya Önder bugün Cumhuriyetin imkanlarıyla tedavi görüyor, Cumhuriyetin yetiştirdiği doktorlar canını kurtarmak için uğraşıyor” lafları eşliğinde. Vicdansız oldukları su götürmez, ancak bu meşum söylemleri yalnızca vicdansız oldukları için dillendirmiyorlar. Aksine bu söylemler kutsal bir borçlandırma stratejisinin en billur örneği.

    “Mahallemiz” mahal değil

    Dindar ve muhafazakâr mahalleye yönelik içeriden eleştirilerin, giderek bir kişisel farklılık talebine dönüşmesinin, bu eleştirilerin kurucu mantığının ve işlevselliğinin yapay bir zeminde konumlandırılmasıyla bir ilgisi var. Ali Bulaç’ın yazdıkları da buna bir istisna teşkil etmiyor, maalesef.