TÜM YAZARLAR

Devamı

    Süreç karşıtlığının üç hali

    Sürece dair iki farklı tutum söz konusu: Bir kısım insan özünde sürecin başarısını arzuluyor ama süreç hakkında birtakım kuşkular ve korkular taşıyor. Fakat bir kesim de çeşitli gerekçelerle sürece açıktan karşı. Sürece omuz verenlerin, bu bağlamda, ikili bir sorumluluğundan bahsedilebilir: Biri, bu iki kesimi birbirinden ayırmak ve her birine karşı farklı bir dil kurmaktır. Diğeri ise, süreç karşıtlığın nedenlerini açıkça ortaya koymak ve bununla mücadele etmektir.

    Kürt olmak kolay değil

    Bugün itibarıyla egemen olan eğilim; inkarcılığın etkisini yitirdiğini, egemen görüşün değişmeye başladığını gösteriyor. “Kürt yoktur, onlar Türk’tür” demenin gerçekçi olmadığı anlaşıldı. Onlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarıydılar. Varlıkları yok sayıldı. TBMM’de Kürtler Türktür nutukları atıldı. Akademide Kürtler Türktür diye doktora tezleri yazıldı. Bu tür tezleri yazanlar Bakanlık koltuğuna bile oturdu.

    100 yıllık Kürt raporu

    Devletin gelecekteki Kürt siyasetini yönlendirici bir etki yapacak olan bu rapor, bölgenin Türkleştirilmesini önerir. Bu raporun içerdiği temel değerlendirme şudur: “Elimizde kalan Türkiye arazisinde iki milletin aynı kudret ve salahiyetle (yetki) hakim bulunması imkanını katiyen görmüyorum.” “Bu topraklar, yalnız Türklere yeter, başkasına yer yoktur, Türkiye iki milletli topluma dar gelir” mantığı içinde hazırlanan rapor, yıllar boyunca, Kürt meselesinin çözülmez bir hale gelmesinin temelini hazırladı.

    Davutoğlu, Süleymaniye’de çözüm sürecini anlattı: “Çözüm için bundan daha iyi bir konjonktür olamazdı, bu fırsat değerlendirilemezse veyl olsun”

    Eski Başbakan ve Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, Erbil, Süleymaniye, Musul ve Kerkük’ü kapsayan gezisinin ilk durağı olan Süleymaniye’deki forumda çözüm sürecini anlattı: Çözüm süreci için bundan daha uygun bir konjonktür olamazdı. İran ve İsrail’in bölgede aynı anda güç kaybetmesi Türkiye için olağanüstü bir fırsat. Biz bunu değerlendiremezsek veyl olsun. Derhal 15 gün içinde, mayıs ayı çıkmadan burada bir yerde Türkiye-Irak ve Kürdistan yönetiminin kuracağı ortak bir komisyon önünde PKK silahlarını teslim etmeye başlamalı. Bu yapılmadan süreç kırılgan olur.” “İsrail’in Kuzey Suriye’ye desteği savaş nedeni sayılmalı Türkiye tarafından.”

    Terörsüz Türkiye ve Avrupa Parlamentosu

    Parlamentonun Türkiye raporu yayınlandıktan kısa bir süre sonra PKK’nın kendisini lağvettiğine ilişkin açıklama geldi. Bu açıklamada öngörülen silahların terki gerçekleşirse ülkemizde ciddi bir reform sürecinin başlayacağı özellikle, Ceza İnfaz ve Terörle Mücadele Kanunları başta olmak üzere hukuk alanında reformlar, ayrıca kayyım uygulamasına son vermek gibi olumlu adımların atılması ihtimal dışında değil. Bunlar gerçekleşirse, özellikle bu çerçevede Terörle Mücadele Kanunu nerede ise 10 yıl önce vaat edildiği şekilde kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarına uyarlanırsa sadece ülkemiz için yeni bir sayfa açılmayacak, ayrıca potansiyel olarak AB ile ilişkilerimizde yeni imkanlar yaratılabilecektir.

    Yolsuzluklar, barış ve biz

    Yolsuzlukların Kürt barışından daha önemli olduğunu çok büyük bir keşif yapmış gibi coşkulu bir dille söylemiş Mahsun Kırmızıgül. Barış isterken yolsuzluğa karşı çıkmak mümkün değil mi? İkisi bir arada istenemez mi? Öyleyse yolsuzlukla barışı karşı karşıya koymak neden? Yolsuzluk bugünün sorunu değil, dün de daha az önemli değildi ve dolayısıyla bugün onu yeni bir durummuş gibi barışın önüne koymak ciddi bir muhakeme eksikliği ve mantıksızlıkla malul olmak değilse sadece bir bahaneden ibaret görünüyor.

    Kurt Kanunu meselesi

    Edebiyat tarihçisi Nuri Sağlam’ın edebiyat dünyasını ayağa kaldıran tespitine göre Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’nun 1980 sonrasında Tekin Yayınevi’nce gerçekleştirilen baskılarında yapıtın 1972 tarihli baskısında yer alan, Kara Kemal karakterinin öldürülmesiyle ilgili bölümler çıkarılmış. Bu bölümün 12 Eylül sonrasındaki baskılarda ortadan kalkmış olmasında insan ister istemez siyasi bir gerekçe aramaya eğilimli oluyor. Karşılaştırmak amacıyla Kurt Kanunu’nun Bilgi Yayınevi’ne ait 1969 tarihli ilk baskısında ilgili bölümü aradım: Ancak 1969 tarihli baskıda da 1972 baskısında yer alan kısım bulunmuyordu. Hatta 1969 tarihli baskının ilgili sayfalar özelinde İthaki ve Ketebe baskılarıyla aynı olduğunu gördüm; yani Murat karakterinin Kara Kemal’in intihar etmediğini iddia ettiği kısımlar ilk baskıda yok.

    Kürtlerin Lozan yanılgısı

    Lozan hayallerimize son verdi diye düşünenler var. Sanki birileri vermeye, Kürtler de almaya kabil ve hazır idi ama Lozan geldi ve buna mani oldu. Yüzyıl önceki altın fırsatı kaçırdık diye hayıflanıp Lozan’ı bir nevi dilek ağacı veya ağlama duvarı haline getirenler var. Zamanın Kürt ecdadına yeterince meseleye asılmadıkları için verip veriştirenler var. Bu işin sadece bir kağıda birşeyi sokuşturmayla hallolmuş olacağını zanneden yaklaşımlar onyıllardır Kürtlerin tasavvurunu meşgul ediyor. Lozan’a veya Washington’a Lozan temalı protesto seferleri düzenleyenler olduğu gibi kurtuluş ateşini oradan yakmak isteyen naif çabalar da göze çarpıyor. Ancak bunların hepsi yanlış bir varsayım üzerine kurulu. Milliyetçiliğin hem Kürt hem de Türk versiyonları olayın Kürtlerin etrafında döndüğünü retrospektif bir yanılsama ile düşünüyor bir süredir. Halbuki Lozan bir sebep değil bir sonuç.

    Unutmak, hatırlamak, anlatmak (I): Etik bir rejim olarak bellek

    Bugün Türkiye'de yeni bir barış ihtimali konuşuluyor. PKK'nın silahlı mücadeleyi bırakması, sadece politik bir gelişme değildir; aynı zamanda hafıza rejiminin değişmesi için bir fırsattır. Barış, yalnızca silahların susmasıyla değil, yaraların tanınmasıyla, geçmişin bastırılmamış bir şekilde anlatıya dönüştürülmesiyle mümkündür. Çünkü barış, unutmakla değil geçmişle etik bir yüzleşmeyle kurulur. Bu sürecin etik temeli ancak toplumsal hafızanın onarılması, inkâr edilenin tanınması ve suskunluğun anlatıya dönüştürülmesiyle atılabilir. Roboski, Cizre, Diyarbakır Cezaevi, Lice, Şırnak... Bu isimler sadece acının değil, hatırlanmaya direnen hakikatin de adlarıdır.

    Amedspor’un barış sürecine uygun yeniden yapılanması: Demokratik ve şeffaf bir gelecek için beş adım

    Amedspor, sadece bir futbol kulübü değil, aynı zamanda bölgenin sosyo-kültürel dinamiklerinin bir yansıması ve toplumsal barışın önemli bir sembolüdür. Barış sürecinin ruhuna uygun olarak, kulübün demokratik, şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde yeniden yapılanması hem sportif başarıyı hem de toplumsal birliği güçlendirecektir.

    Müstafi amiralin doktorluğu nereden geliyor?

    Müstafi amiral Cihat Yaycı, bu aralar yine her gün TV’lerde. PKK’nin kendini fesh etmesinin nasıl büyük bir ihanet projesi olduğunu anlatıyor. İsminin başında bir de doktor titri var. 2004 yılında Deniz Kurmay Binbaşı rütbesindeyken İstanbul Üniversitesi’nde yapmış doktorasını. “Irak’ta Ekonomik-Sosyal Dönüşüm ve Türkmenler” başlıklı doktora tezini meraktan okurken bazı cümleleri Google’lamaya başlayınca karşıma intihalin her türlüsünden yapılmış bir copy-paste tez mucizesi çıktı.

    Kesilmiş bir kol gibi…

    Bazı insanların yokluğu o şiirdeki gibi: “Kesilmiş bir kol gibiydi /Omuz başımızda boşluğun”… “Uzuv” kaybı. Sözlük anlamıyla, vücudu, ondan öte bir hayatı meydana getiren, hatta “vücut”ta, o yaşamda belli görevleri, işlevleri de olan parçalardan biri. Artık yoksa… Birlikte yaptığın şeylerde çolak, birlikte gittiğin yerlerde topal, hatıralarında yalnız kalıyorsun. Tanıksız da… De ki hepsi “yalan” hatıralar.

    Mavi Alay Katliamı

    Trendeki Kırım Tatarları, Türkiye topraklarına büyük bir umut içinde girmişlerdi. Edirne’den itibaren tek umutları, vagonların havalandırma pencerelerinin açılması ve bu sırada vagonlardan atlamaları halinde Türk yetkililerinin kendilerine yardım edeceğine dair inançlarıydı. Edirne’den Kars’a doğru tren yol almaya başladığında maalesef ne kapılar ne de pencereler açıldı. Tren Kars’a doğru yaklaşırken, Tatarların vagonlarda bulunan muhafız askerlere, “Ne olur bizi vurun, Ruslara teslim etmeyin” çığlıkları yükseliyordu.

    Müslüman aydınlar üzerine

    Evdeki hesap çarşıya uymadı; bir süre sonra performanslarıyla mücadeleyi kazananlar, referans sahiplerine özendiklerinde devşirildiler, performans referans sahiplerinin kazanç hanesine yazıldı. Bunun sebebi biz İslamcılar da diğerleri gibi temel gerilimin toplum/halk ile laik/seküler aydınlar arasında olduğunu düşünmemizdi. Yanlış teşhisimize göre sorun “laiklikte/sekülerlikte” düğümleniyordu, bu yanlıştı, sorun tamamen “aydın”da idi. Bu yanlış teşhis Müslüman zihnini millileştirdi/milliyetçileştirdi ve halkın hayat tarzını ve taleplerini masum ve hatta hakikatin kaynağı görme hatasına düşürdü.

    Pepe’nin Ardından

    Önce bir gerilla, sonra bir devlet başkanı ama hep insan ama gerçekten insan kalan ve öyle de yaşayan bir türün belki de son örneği José Mujica öldü. Fakat, anlamlı ve büyük ve özenilesi bir hayatı geride bırakarak. Nur içinde yatsın.

    Siyasetsiz müzik, Türkiye’siz Eurovision olur mu?

    69. Eurovision Şarkı Yarışması, bu sene İsviçre’de. Belki jüri sistemi nedeniyle artık rahmetli Bülent Özveren’in tabiriyle “komşuların komşulara oy vermesi” sonuçları etkilemiyor, ama siyaset yine başrolde. İsrail’e yönelik tepkiler, Ukrayna’nın işgali, aile ve cinsellik tartışmalarının gölgesinde geçen yarışmada maalesef Türkiye bu sene de yok. Yunanistan, Doğu Karadeniz Rumlarının memleket hasretini konu alan bir şarkıyla Trabzon’u yarışmaya taşısa da yarı finale Türkiye’den Basel’e giden Eurovision hayranları damga vurdu. Yarışmaya katılmasa da en yoğun alkışlardan birini salonda ismi okunan Türkiye aldı.

    Lozan hem Türk egemenliğini sınırladı hem Kürtleri Türklere zimmetledi, şimdi egemenliğin genişletilmesi isteniyor ve bu da Kürtler olmadan olmuyor

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslamcılıktan ‘millîlik’e geçtiği (geçmek zorunda kaldığı) 2015’ten bu yana dilinden düşürmediği “Bizim bir Misâk-ı Millî meselemiz vardır” cümlesi gelir Lozan’a dayanır, ki zaten Lozan da doğrudan payını alır bu iddiadan. Lozan Kürtler için de bütün doğal haklarının Türkiye Cumhuriyeti devletinin insafına bırakıldığı bir antlaşmanın adıdır ve Kürtler on yıllar boyunca o insaftan zerrece nasiplenmemişlerdir. Yani Lozan Türk egemenliğini sınırladı, Kürtleri Türk egemenliğine zimmetledi, fakat şimdi egemenliğin genişletilmesi isteniyor ve bu da Kürtler olmadan olmuyor.

    Kürt meselesinde iyimser ya da kötümser olmak

    Yaşadığımız kayyum tartışmaları bize yerel yönetimlerin toplumsal ve siyasi hayatımızda ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yerel yönetimlerin kıymetini bilen ülkelerde, daha gelişkin bir demokrasi kültürü var… Son yıllarda özellikle Avrupa ülkelerinde siyasetin öne çıkan yüzleri arasında belediye başkanlarının dikkat çektiğini görmek mümkün. Yerelin güçlenmesi, “merkez”in denetimini kolaylaştırıyor. Başa dönecek olursak, silahların bırakılması yeni bir çığır açacak kadar önemli…

    Barış ve yerleşik korkular…

    PKK’nın silah bırakma kararında yer alan Lozan, 1921 anayasası gibi vurguların bir sorun olarak öne çıkarılması, bunların barış sürecine itiraz etmeye vesile edilmesi bu tür tepkilerin tipik bir örneği… Silahsız Kürt siyasetinin muhtemel getirilerini, kurucu yeni hamleyi görmekten çok, mevcudu koruyan itirazcı bir tutum üretmek de öyle…

    Tamamı yasal eylemlerden terör nasıl çıkar?

    12 Mayıs 2025 tarihi Türk ve Kürt halklarının ortak geleceği, ülkemizin huzuru ve her birimizin güvenliği için tarihi bir gündü. Barışa yaklaştıran her adım...

    Düşünceden bölücülük üretemezsiniz

    Yaklaşık 47 yıldır varlığını sürdüren milyonlarca sempatizanı olan ve Ortadoğu’da birkaç ülkede örgütlü olan PKK kendini feshediyor. Ancak gel gör ki örgütün varlığına son vermesi değil de kendisini doğuran nedenleri anlattığı açıklama üzerinden kıyamet kopartılıyor. Nasıl olur da örgüt, ‘Kürtlere yönelik 100 yıllık baskı olmuştur’ diye açıklama yapar. Sormak lazım… Ne diyecekti ki? Biz dağa temiz hava almak için mi 47 yıldır çıktık? Siz de çıkar “bu ülkede kimseye ayrımcılık yapılmamıştır’ der kendi doğrunuzu topluma izah edersiniz. Buna siyaset denir. Ama hiçbir siyaset "düşünceden bölünme" çıkartmaz.

    PKK silah bırakırken nasıl bölücü oldu?

    1978 yılında bağımsız birleşik Kürdistan kurmak için silahlı mücadele başlayan PKK, 2025 yılında silahı bırakıp, kendini fesh ederken Lozan’ı eleştirdiği için bölücü ilan edildi. Yani daha bir ay öncesine kadar Türkiye Cumhuriyeti ile savaş halinde olan bir örgüte, “sen nasıl Lozan’ı eleştirirsin” diye kızılıyor. Belki de bu bir normalleşmedir; PKK bir anda silahla çatışılan değil, kalemle tartışılan bir örgüte dönmüştür!

    PKK aradan çekilince Kürt kimliği

    PKK aradan çekilince Kürt kimliği bir baş dönmesi yaşayacak. Sevgi veya nefretin konusu olsun farketmez, marazi bir bağımlılık geliştirmiş olan tüm aktörler bocalayacak. Kendilerini yeni realiteye göre konumlandırma lüzumu doğacak. Fakat bir bütün olarak Kürtler için yeni durum yepyeni bir fırsatı doğuracak: Kürtler hızla devletleşecekler.

    PKK’siz Türkiye’ye hoş geldiniz

    Türkiye’nin iktisadi olarak belini düzeltememesinde, siyasi olarak otoriterleşmesinde, hukuki olarak hak ve özgürlük açığı vermesinde ve içtimai olarak da kutuplaşmasında en büyük rolü PKK’nin silahı oynadı. İttifaklar ve karşıtlıklar, silah üzerinden kurgulandı. Silahın ortadan kalkması, ülkede çok büyük bir değişimi beraberinde getirme potansiyeli taşıyor; bunu görmek ve takdir etmek gerekir. PKK’siz bir Türkiye artık hayal değil.

    ‘Kürt meselesi’nin macerası

    Çok partili rejimin 1946’daki ilk genel seçimlerle devreye girmesi, Kürt meselesine toplumsal bir boyut kazandırdı. Kürtler de seçmendi; oy veriyor, iktidarın belirlenmesinde etkili olabiliyorlardı. Türkiye İşçi Partisi’ni kuran ve yönetenler arasında Kürt aydınları da yer alıyordu. Tarık Ziya Ekinci, Yaşar Kemal, Yusuf Ziya Bahadınlı ve Adil Kurtel aklıma gelen birkaç isim.

    9 şiddetindeki bir depremde bile can kaybı yaşamamayı Japonlar nasıl öğrenmiş olabilirler?

    99 felaketinde yardıma uzaktan gelenler arasında farklı deneyimlere sahip kişiler vardı. Japonya’dan gelen heyette Japon İmparatoru’nun başdanışmanı gibi önemli ve deneyimli kişiler bulunuyordu. Yetkililer ile ilişki kurmak için bütün yolları denediler. Ancak muhatap bulmakta zannedersem biraz zorlandılar. Japonya Büyükelçisi de geldikleri ilk gün yapılan toplantıda bu zorluğa işaret etmişti: “Bu ülkedeki zorluk, uzmanların sorunları anlamaya uğraşmaları değil, her şeyi önceden bildiklerini iddia etmeleridir. Bu nedenle yerel insanlardan bir şeyler öğrenebilirsiniz. Ama kamu işlevleri yerine getiren sınıflar, özellikle kamu imkanlarını kullanan kişiler genellikle –en olmayacak bir şekilde- kendilerini temsil ederler…”

    Diyarbakır Gazi Caddesi’nde yürümek

    Yıllar içinde o kadar çok dostum, arkadaşım oluştu ki “Nerelisin?” diye soranlara, “Diyarbakır’ın Sur ilçesindenim” diyebiliyorum. Diyarbakır büyükşehir belediye başkanlarından Osman Baydemir’in, Suriçi belediye başkanlarından Abdullah Demirbaş’ın yurda dönüş heyecanı içinde yandıklarını biliyorum. Türkiye bir çağ atlama fırsatını yakalamış durumda. Kürtlerin de Türklerin de mutlu olabilecekleri yeni bir döneme giriyoruz.

    Vicdan duygusunun sızamadığı bir sevme biçimi olarak ultra milliyetçilik

    Bazı sevme biçimleri esas anlamını tanınmayana, uzaktakine, ‘biz’den olmayana yöneldiğinde bulan vicdan duygusunu dışlar ya da onun ancak küçük dozlarının bünyeye sirayet etmesine izin verir. Bunlar, tek bir özneye odaklanmış yoğun (aşırı?) sevgi biçimleridir. Sosyal medyada gerek Sırrı Süreyya Önder’in ölümünden gerekse Kürt barışının gerçek bir imkân olarak belirmesinden sonra ortaya çıkan tablo, ultra milliyetçiliğin içine vicdanın sızamadığı bir sevme biçimi olduğunu bir kez daha gösterdi.

    JD Vance ve kitabı

    Brüksel seyahatlerinden birinde ABD Başkan yardımcısı JD Vance’in bundan dokuz yıl önce daha 31 yaşındayken yazdığı “Hillbilly Elegy” adlı kitabını satın aldım. Kitabı okuyunca işçi sınıfının elitlerin geliştirdiği küreselleşme ve neo-liberal ekonomik yapıya tepkisini anlamak mümkün oluyor ABD’deki Demokrat Parti, Avrupa sosyal demokrat partileri yeni bir söylem geliştiremedikleri veya değişimin korkulacak bir şey olmadığı konusunda seçmenlerini ikna edemedikleri sürece, demokrasilerin sağa kayması kaçınılmaz gibi geliyor.

    Barcelona’nın 2024-2025 Sezonu: Geri dönüş hikâyeleri ve Lamine Yamal’ın büyüsü

    Barcelona’nın 2024-2025 sezonu, Flick’in taktik dehası, yüksek yoğun şiddetli pres, hızlı paslaşmalar ve Lamine Yamal’ın büyülü yetenekleriyle bir geri dönüş destanına dönüştü. Yamal, Messi’nin mirasını hatırlatan bir yıldız olarak parlıyor, ancak kendi hikâyesini yazıyor. Inter maçındaki sözleriyle Simone Inzaghi’nin dediği gibi, “Lamine, 50 yılda bir gelen bir yetenek.” Barcelona, bu isyankâr ruhla La Liga ve Şampiyonlar Ligi’nde zirveye oynuyor. Taraftarlar, Yamal’ın 3-0-4 işaretiyle kutladığı gollerle, yeni bir altın çağın müjdesini alıyor. 2025, Blaugrana’nın pes etmeyen ruhunun ve 17 yaşındaki kahramanının yılı olabilir.