TÜM YAZARLAR

Devamı

    ÖZEL HABER | Zana, 2016’da Erdoğan’la neden görüşmediğini ilk kez anlattı

    Leyla Zana 2016'da Erdoğan ile neden görüşmediğini ilk kez anlattı. Oral Çalışlar: Erdoğan'a “Leyla Zana ile görüşebilirsiniz. Bir yerden başlamak gerek” dedim. Cumhurbaşkanı, “Bize başvurusu da var, bir değerlendirelim” cevabını verdi. O görüşme gerçekleşmedi. 9 sene sonra, Sırrı'nın cenazesinde Leyla Zana'yı gördüm. Kendisine o günü hatırlatarak, “Neden cevap vermedin?” diye sorduğumda, “Ben köye çekildim. Yetkililer var. Onlar konuşsun dedim” yanıtını verdi Leyla.

    Siyaseti yargı eliyle dizayn etme başarılı olur mu?

    Gücü yoğun bakımda bile olsa yaşatma gayreti bu ülkeye inanılmaz zararlar vermiştir. Kimi zaman komünizm tehdidi, kimi zaman bölücülük tehdidi, kimi zaman irtica tehdidi, kimi zaman ise yolsuzluk tehdidi ile isimlendirilen bu operasyonlar, Türkiye siyasetini bir türlü normalleştirememiştir. Ama hiçbir siyasi dizayn çabası da halkın iradesini ve tarihsel hafızasını topyekûn susturmayı başaramamıştır. Bu ülkenin gerçeği budur: Siyasi mühendislik değil, hakiki temsil kazanır. Tepeden inmeci refleksler değil, halkın sesi galip gelir.

    Bolluk devrinin sonunda öz-yeterliliği düşünmek

    Küresel tedârik zincirleri kırılıyor. Gümrük savaşları başladı. Ve jeopolitik gerilimler aşılmaz çelişkileri işâretliyor. Her koyunun kendi bacağından asılacağı orta vâdeli manzarada bir kilit-kavram (ve dahi bir kilit-pratik) beliriyor: Öz-yeterlilik. Yeterliliğin ön-koşulu elbette “şuurlanma”. Yani önce dışarıda olan-bitenlere dair fert düzeyinde “içsel mesafe”nin tesisi şart. İkincisi, gitgide “çürümesi” beklenen “sosyal durum”un kaçınılmaz ve menfî etkilerinden “doğal durum”a meylederek sıyrılmaya çalışmanın gerekliliği. “Doğal durum”dan kastım karikatürleştirilen “mağaraya dönüş” olmasa da minimal, doğal ve dayanıklı yaşam tarzının benimsenmesi.

    Ölmeyesen Sırrı ölmeyesen!

    Herkesi sarıp sarmalayan samimiyeti ve sahiciliğinden ötürü siyaseten birbirlerinden çok farklı yerlerde duran insanlar bile bir noktada kendilerini Sırrı Abi ile bir gördüler, görebildiler. İdeolojileri, hayat tarzları ve dünyaya bakışları arasında dağlar kadar fark olanlar, onunla kendileri arasında ünsiyet kurdular, kurabildiler. O nedenle, bir Kardeş Türküler konserinde arkasında cümbüş çaldığı Dilber Ay’ın yürekten gelen “Ölmeyesen Sırrı ölmeyesen” deyişi, bu ülkenin insanlarının büyük bir kısmının ortak bir dileğine dönüştü.

    Levent’te toplanan kongre…

    Barış için kongrenin Kandil’de toplanması bekleniyordu. Barış sonrası Türkiye’nin nasıl bir yer olacağı son vazifesini yapmak için saf tutanların Levent’teki “kongre”sinde görüldü.

    İrfanından nasiplenebilecek miyiz?

    Sırrı Süreyya Önder gibi ‘biricik’leri tanımlamaya, onları öyle yapan şeyleri belirlemeye çalışmak ancak bir ölçüye kadar anlamlıdır, çünkü bir noktaya gelir duvara toslarsınız, karşınıza “benzer koşulların ürünü olan öbürleri neden öyle olmamış” sorusu çıkar, tıkanırsınız. ‘Biricik’lerin aynısından üretemeyiz fakat onlardan nasiplenebiliriz.

    Bedenini barışa yatırdı

    2023 sonunda tesadüfen fark ettiği pankreas kanserinin ağır tedavisinin ardından dinlenmesi, kendine ve vücuduna dönmesi gerekirken tam tersine, barış sürecinin ağır yükünü yüklendi. Göz göre göre “bedenini barışa yatırdı” Sırrı. Asaf Halet Çelebi’nin İbrahim şiirini okumaya sürem yetmeyince şöyle tamamlamıştı başkanlık kürsüsünden şiiri… “Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım/ güzeller bende kaldı/ İbrahim/ gönlümü put sanıp kıranlar kim” ve eklemişti “dalları yeşermeyenlere gelsin”. Şimdi, onun eksik kalan son şiirini tamamlama, yarım kalan barış çabasını yeşertme borcumuzu ödeme zamanı.

    Kullu Şey’in Halikun İlla Wechehu

    İnsan öldüğünde bile hayalleri, projeleri, süreçleri devam etmek ister gibidir. İnsanın fenası (gelip geçiciliği), insan kalbinin köksalmışlığı ile çatışır. İnsanın bekası, kalıcılığı iyiliği ölçüsündedir. Kendi dışına akmasa, bir anlama dönüşmese, insan bir hiçtir.

    “Abese ircâ” ile basın özgürlüğü: “İnsan yaşıyorken özgürdür”

    “Dünya ……. Günü” diye karşıma çıkan birçok önemli tarihi “Olmayana Ergi Metodu” ile idrak ediyorum artık. Pratik, ironiye de müsait. Arapçası da harika: “Abese ircâ”. Yani “saçmaya indirgeme”, abesliğini gösterme. Lafla yürütülen gemilerin limanında seçip alıyorum dillere destan lakırdılardan birisini… “Abes”liği kendiliğinden ortada. “Abesle iştigal” gibi geliyorsa, bu ortamda öyle sayılan uğraşılar da önemli.

    1 Mayıs’ın polis şehidinin hikayesi

    1 Mayıs 1977 tartışması bir kere açılıp, herkesin kendi hikayesine dönmesiyle kapanmıştı. Aslında 2 Mayıs 1977 günü tek bir hikaye yani gerçek vardı. DİSK Başkanı Kemal Türkler’in sahibi olduğu, İsmail Cem’in yönettiği Politika gazetesi 2 Mayıs günü “500 bin kişilik disiplinli kalabalığa kışkırtıcı ajanlar ateş açtı. Teröristlerin saldırdığı 1 Mayıs’tan fotoğraflar” başlığıyla çıkmıştı. Hayatını kaybeden 36 kişiden 32’si izdihamda, dördü kurşunla ölmüştü. O dört kişiden biri de bir polis memuruydu.

    Trump, Kanada seçimlerini nasıl kaybetti?

    Bu hafta düzenlenen Kanada seçimlerinin en büyük mağlubu ABD başkanı Donald Trump. Kanada’yı 51. eyalet yapmakla tehdit eden, gümrük vergileriyle Kanada ekonomisinin fişini çekmek isteyen Trump; hem Kanadalılardaki Amerikan karşıtlığını yükseltti hem de anketlerde dibi gören Liberal Parti’ye can suyu verdi. Eski Merkez Bankası başkanı Mark Carney, liderliğini Justin Trudeau’dan devraldığı Liberal Parti’yi Trump sayesinde yeniden zirveye taşıyıp %43.7 ile seçimleri kazandı. Carney’in sürpriz başarısının sırrı; Trump karşıtlığı, kapsayıcı bir vatanseverlik ve ekonomi tecrübesi.

    Kavimlerin hakkı üzerine

    Öcalan’ın çağrısı salt bir fesih talebinin ötesinde, yarım asırdır süren silahlı mücadelenin sona erdiğinin ilanıydı. Öcalan –farkında veya değil- fıkıh usulünde kullanılan “Makasidu’ş Şeria” yöntemini kullandı. Bu yönteme göre hükümler illete mebnidir, aslolan maksattır; illet devam ettikçe hüküm devam eder, illet değişirse hüküm de değişir. İslam dünyasında Türklerin, Arapların veya başka bir kavmin hakkı ne ise, Kürtlerin de kavim olarak hakları o kadardır; ne eksik ne fazla!

    “Türkiye bizim evimizdir”

    Diyarbakır’da DİSA’nın konuğu olan Tuncer Bakırhan, “Türkiye hepimizin evidir, Türkiye hepimizindir. Kendi evimizde çözüm arıyorum diyorum” dedi. Bakırhan’ın Türkiye’nin hepimizin evi olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin herkesin devleti olması zorunluluğunun altını çizmesi, çözümün Ankara’da aranması ve Türkiye’nin aleyhine olabilecek hiçbir faaliyetin kabul edilmeyeceğinin ısrarla belirtilmesinin önemi büyüktü. Bu kapsayıcı ve müspet dilin yaygınlaşması, mevcut süreci hızlandırır ve kuvvetlendirir. Bu dilin kıymetini bilmek gerekir.

    Laissez marcher, laissez parler

    ‘Devrim’ romantizmine hiç katılmadığım ve ‘sosyalist devrim’ dahil hiçbir devrimden kalıcı ve mutlak hayır çıkacağını düşünmediğim halde, haklar için mücadelenin bir gereklilik olduğundan eminim. Hiçbir mütegallibe ve hiçbir muktedir, insanî olana bizzat yönelmiyor ve hakkınız olanı kendiliğinden vermiyor. Haklara ‘verilerek’ değil, ‘alınarak’ kavuşuluyor. O yüzden, iyi ki bu mücadele var, bu mücadeleyi yapanlar var; iyi ki yürüyor, toplanıyor ve konuşuyorlar.

    İktidar sanıldığı gibi oy kaybetmiyor

    Sahası 7-14 Nisan tarihleri arasında yapılan son PANORAMATR çalışması ilginç veriler içeriyor. 19 Mart sürecini “siyasi” görenler yüzde 54 oranında iken, “hukuki”dir diyenler ise yüzde 34 kadar. Mağdur olan parti (CHP) kadar, mağdur eden iktidar partisinin (AK Parti) oy oranları da artmış görülüyor. CHP oy oranını yüzde 4,2 AK Parti de 2,4 arttırmış bulunuyor. İki parti arasındaki fark da CHP lehine yüzde 2,8. Bu çöken bir AK Parti, iktidara yürüyen bir CHP tablosuna pek benzemiyor. Seçmen kucaklayıcı, güven ve umut verici bir siyaset bekliyor. Kutuplaştırıcı boykot politikasını toplumun yüzde 57’si yanlış buluyor.

    İslamsız yapabilir misin?

    Gelenek-sonrası modernliğin bu çocukça taşkınlıklarını tadil etmek için postmodernizm çağı gelip geçtiği halde ve hatta geleneğe yeni baştan daha ağırbaşlı bir hürmetin lüzumu açığa çıktığı halde bugün Batı’dan daha çok Batıcı olanların entelektüel seviyesi trajiktir.

    Borçlular Cumhuriyeti: Tefeci rahipler ve kutsal borçlar

    Sırrı Süreyya Önder’in 29 Ekim 2012’de bir televizyon programında söylediği; “ben bu Cumhuriyetin ne xeyrını görmüşüm” cümlesi 15 Nisan gecesi kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılmasının ardından yeniden dolaşıma girdi. “Ne hayrını görmüşüm diyen Sırrı Süreyya Önder bugün Cumhuriyetin imkanlarıyla tedavi görüyor, Cumhuriyetin yetiştirdiği doktorlar canını kurtarmak için uğraşıyor” lafları eşliğinde. Vicdansız oldukları su götürmez, ancak bu meşum söylemleri yalnızca vicdansız oldukları için dillendirmiyorlar. Aksine bu söylemler kutsal bir borçlandırma stratejisinin en billur örneği.

    “Mahallemiz” mahal değil

    Dindar ve muhafazakâr mahalleye yönelik içeriden eleştirilerin, giderek bir kişisel farklılık talebine dönüşmesinin, bu eleştirilerin kurucu mantığının ve işlevselliğinin yapay bir zeminde konumlandırılmasıyla bir ilgisi var. Ali Bulaç’ın yazdıkları da buna bir istisna teşkil etmiyor, maalesef.

    Rojava’daki Ulusal Birlik Konferansı’nın sonuçları üzerine

    Suriye ve Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş bulunuyor. Suriye’de Kürt meselesinin hal yoluna gitmesi Türkiye’de mevcut süreci olumlu yönde etkileyebileceği gibi, PKK’nin silah bırakma öngörüsünün gerçekleşmesi de Rojava’da taşların yerli yerine oturmasına katkıda bulunacaktır.

    Küresel tedârik zincirlerinin kırılması ve neo-Leninist safha

    Leninist yeniden dağıtım, 1920’lerde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde savaş komünizmi döneminde tam kamulaştırma ve merkezî planlamayla uygulanmıştı. Bugünün neo-Leninist “ânı” ise, kapitalist sistem içinde melez fakat otoriteryen bir denetimi ifade ediyor. İster geleneksel liberal cereyandan isterse de yeni sağ-popülist kimlikten olsun – Batı’daki merkezlerin kahir ekserîsi bu pratiği keşfetmek ve tatbik etmek durumunda kalabilir. Hatta bugün dahi keşfediyor ve tatbik ediyor.

    Kanada’dan Trump’a kırmızı kart

    Kanada’da, seçim kampanyası boyunca, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kanada'ya yönelik tehditleri ve ticaret politikaları, özellikle de Kanada'nın ABD'nin 51. eyaleti olması yönündeki açıklamaları, Kanada'da milliyetçi duyguları artırdı. Bu durum, Liberal Parti'nin ve Carney’in desteklenmesine katkı sağladı.

    Arteta, Enrique ve Gergin Gitar Teli: Bir Futbol Resitali

    Arteta’nın Arsenal’i ve Enrique’nin PSG’si, adeta tamamlanmış bir sanat eseri gibiydi. Top dolaşımı, kusursuzluğa yakın bir akıcılıkla işliyordu. Paslar, bir bilardo masasında topların kesin açılarla hareket etmesi gibi, geometrik bir hassasiyetle hedefini buluyordu. Alan geçişlerinde sergilenen ustalık, bir matematik dersi kadar net ve etkileyiciydi. Her iki takım da rakip savunmayı çözmek için pas seçeneklerini çoğaltarak, oyunu bir satranç tahtasına çevirdi. Kaleciler ise bu resitalin gizli kahramanlarıydı

    Silahların bırakılması Türklerin de kazancı

    Bugün yarın derken; DEM Parti yetkilileri, dün bir açıklama yaptı ve “frene basıldığı” havası yarattılar. Edindiğim bilgiler ışığında konuşacak olursam, süreç konusunda bir yavaşlama olmasına rağmen, asıl hedefte ve yönelimde değişim yok. Hatta hedefin yüzde 60 oranda gerçekleştiğini bile söyleyebiliriz. Beklenen ilk adım PKK’nın silahları bırakması. Bu adımdan sonra Kürt meselesi, sivil siyasetin konusu olabilecek.

    Balkan jeopolitiğinde İsrail’in Sırbistan ve Arnavutluk açılımı

    İsrail’in Balkanlar’daki son dönemde artan etkisi, Türkiye ile tarihsel rekabeti yeniden alevlendirmiştir. Özellikle Arnavutluk ve Kosova gibi Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde İsrail’in nüfuz alanı oluşturması, Türkiye’nin geleneksel etkinliğini zayıflatmayı hedeflemektedir. Bektaşi Devleti projesi gibi girişimler, Türkiye’nin kültürel ve dini bağlarını dolaylı yoldan etkisizleştirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

    Barış hepimize iyi gelecek

    Başarı ile tamamlanan bir süreç, iktidara Kürtler ile arasındaki makası kısmen de olsa kapatma şansı verirken muhalefeti de Kürtleri yanlarında tutmak için daha çok çaba sarf etmeye yöneltir. Silahın olmadığı bir vasatta siyasette zarlar yeniden atılır; hem iktidarın hem de muhalefetin daha yaratıcı ve daha esnek olmaları icap eder.

    En çok kime soracağız?

    Türkiye’de popüler bilim adamlarının ilgileri hiçbir zaman alanlarıyla sınırlı olmadı. Büyük bir cömertlikle sınırsız dağarcıklarını cahil halk kitlelerine açtılar, zavallılar ne sordularsa ciddiyetle yanıtladılar; Fatih’in muazzam dehası, Atatürk’le ilgili her şey, Kanal İstanbul, Vodafone Arena’nın konumu, Göbeklitepe, oyun teorisi… Çoğu aslında birer magazin figürü, uzun zamandır ciddi bilimsel yayınları bulunmuyor. Bir bölümünün geçmişteki işleri de tartışmalı.

    Muhalefet neden 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaktan vazgeçti?

    Sokak eylemleri ve boykotları sönümlendirmenin bir tercih olduğu anlaşılıyor. Bu tercihin sebebi de tabii gelen anketler. Aslında anketler CHP için kötü değil. Mart ve Nisan anketlerine göre CHP, AK Parti’nin biraz önünde birinci parti şu anda. Ama bu anketlerde daha ilginç bir sonuç var. CHP oylarını artırırken, AK Parti zayıflamıyor. Hatta AK Parti de bir miktar oyunu artırıyor görünüyor. Mart ve Nisan anketlerine göre iki partinin toplam oy oranı yüzde 70’lere dayanmış durumda. Kararsızların oranı hızla düşüyor. Yine İYİ Parti, Zafer, Yeniden Refah ve TİP’in oyları da bu iki partiye doğru eriyor.

    “Medyanın yüzde 70’inin genel yayın yönetmeni olarak devlet ve iktidar” bahsi

    Türkiye’nin iki uzun iktidar döneminde (askeri vesayet ve AK Parti) kabaca yüzde 70’i iktidar tarafından denetlenen bir medya evreni yaratıldı. Bu iki dönemde medyanın editoryal çizgisi devlet tarafından belirlendi, yani aslında gazetelerin, televizyonların gerçek genel yayın yönetmeni (GYY) iktidarlardı. Dün öyleydi, bugün de öyle. Tabii spor, magazin, üçüncü sayfa haberleri gibi devletin medyayı ‘özgür’ bıraktığı alanlardan değil büyük siyasi meseleler alanından söz ediyoruz. Ve tabii “GYY olarak devlet ve iktidar” bahsi en iyi Türkiye’nin Kürt sorununa bakarak anlaşılabilir.

    Belçika’da 10 gün

    Belçika’da geçirdiğim 10 gün içinde hoşgörü ve uzlaşma kültürü sayesinde, en önemlisi de tek bir kişinin ilk ve son söze sahip olmadığı bir yönetim tarzının farklı dil ve kültürlere sahip halklara savaş ve işgallere rağmen istikrar ve refah getirebildiğini yeniden tecrübe ettim. Oysa ülkemiz Belçika’dan farklı olarak 100 yıldan fazla bir zamandır ne savaş ne de işgal gördü. Ancak ne yazık ki Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu dönemde hala demokrasi, hukuk ve refaha kavuşamadık

    Türkiye istikrar kalesi mi? Tersten…

    Türkiye söylediklerinin aksini yapmakta istikrar gösteriyor. Faiz uygulamasında NAS esastır dedikten sonra faizleri yükseltti. Ne zaman ? Ekonomi çökünce akıllar başa geldi. Rusya ve Çin’in başını çektiği Nato karşıtı Şangay Örgütüne üye olmak istedik; vazgeçtik. BRICS adı ile bilinen ve Batı’nın yarattığı G-7 lere rakip kuruluşa üyelik başvurusunda bulunduğumuz yolundaki haberlere rağmen belki de vazgeçtik.